[söyleşi]: Cengiz Bektaş ile Denizli, Arşiv Çalışmaları ve Mimarlık Kültürü Üzerine…

Cengiz Bektaş. Fotoğraf: Neslihan İmamoğlu

SALT Cengiz Bektaş Arşivi Programı kapsamındaki son etkinlik 23 Aralık 2016 Cuma günü Burak Altınışık ve Işıl Uçman Altınışık moderatörlüğünde Cengiz Bektaş ve Nevzat Sayın’ın katılımı ile SALT Oditoryum’da gerçekleşti. Bektaş Özyönetim Mimarlık İşliği’nin konuşulup tartışıldığı söyleşiden bir gün önce Cengiz Bektaş’la ofisinde buluştuk ve Denizli’de yaptığı binalar, arşiv çalışmaları ve mimarlık kültürü üzerine sohbet ettik.

 

Neslihan İmamoğlu | Arşiv Programı Kapsamında SALT ve Mimarlar Odası Denizli Şubesi’nin işbirliğiyle Denizli’de düzenlenen organizasyon mimarlık kültürü açısından oldukça önemliydi. Siz meslek hayatınız açısından Denizli’yi ve Denizli’de düzenlenen bu etkinliği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cengiz Bektaş | Baştan beri kopmadım Denizli’den. Kendi doğum yerine “sahip” çıkmaya çalışan ilk örnektim. Hatta benim bu tutumumdan esinlenenler, etkilenenler oldu; örneğin, Şevki Vanlı da Konya’ya sahip çıkmaya çalıştı. Böyle bir etkinlik önerdikleri zaman “Çok ilginç olabilir” dedim. İlk kez böyle bir şey yapılıyor. Benim için çok doğal olan ama başkalarına önemli gelen birkaç yapı ile örnek olmak istedim.

Benim için çok doğal olan ama başkalarına önemli gelen birkaç yapı ile örnek olmak istedim.

Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi ile ilgili 3 gün önce telefon ettiler Denizli’den.

Otistik çocuklar, 10 gündür kullanıyor yapıyı. Denizli gezisi sırasında henüz kullanılmıyordu. Öğretmenler şantiyenin başında olan arkadaşıma diyor ki: “Biz çocukların odalarındaki sandalyenin yerini değiştirsek bir hafta ağlarlar ama okullarını değiştirdik, toptan aldık getirdik buraya, hiçbir yakınma yok, herkes mutlu…”

Benim mimarlığımın asıl amacı bu; ben bu insanlar için çalışıyorum. Bu insanlar derken sorunlarını bildiğim, gerçekten sorunlarını bildiğim çevre…

Örneğin Esat Sivri’ye ev yaparken benim için önemli olan Esat Sivri’nin orada mutlu olmasıydı. Siz onu 40 küsur yıl sonra gördünüz. Mutluluğunu da gördünüz… Eşi Sevgi “Ben bu evde öleceğim” dedi. Benim için mimarlık bu…

p1130223
Esat Sivri Evi, Denizli, Fotoğraf: Burak Baş
p1130222
Esat Sivri Evi, Denizli, Fotoğraf: Burak Baş

Bu bir ev için olduğu zaman değil yalnızca. İçe dönük (otistik) çocuklar için bir okul yaptığımda da böyle oldu.

Denizli gezisinde Babadağlılar Çarşısı’nı gezerken çarşıda bir adam “Sen bana böyle güzel yapı yapmışsın, bu ne ki” diyerek zorla bir hediye verdi. Beni bunlar ilgilendiriyor.

Ama genç kuşak onun elinden iş kaçıracakmışız gibi davrandı. Örneğin Belediye Meclisine başvurdular: “Burada oturmayan Denizli’de yapı yapamasın.” O kadar saçma bir şeydi ki. Böyle bir talep olabilir ama bir bölge için. Örneğin Ege Bölgesi için… Almanya’da bazı yarışmalar bütün Almanya için çıkarılır bazı yarışmalar yalnızca Bavyera’da oturanlar arasında. Bu tam anlamıyla ayrımcılıktır. Örneğin uluslararası bir yarışma yapıldı. Galiba, İsrail’de Tel Aviv havaalanı yarışmasıydı. Onu benim iki ustam Angerer ve Branca kazandılar. İsrail projeyi vermedi. Bu olay öyle ters gelmişti ki bana. Ama aynı olay hiç belli olmasa da Almanya’da kendi içlerinde de vardır. Orada yarışmada bütün derece alanları iş konuşmasına çağırırlar. O iş konuşmasında belki ona da bir bölüm işi verirler. Benim adımdan ne olduğumu çıkaramadıkları bir yarışmada -Bektas gibi okursanız Yunanlı adı gibi oluyor- konuşmaya çağırdılar. Benim Türk olduğumu görünce pek oralı olmadılar ya da bana öyle geldi. Başka ülkelerde de oluyor bu, yalnızca Almanya’yı söylemek de doğru değil.

Halil Bektaş İlkokulu, Betiklik, Denizli, Fotoğraf: Burak Baş
Halil Bektaş İlkokulu, Betiklik, Denizli, Fotoğraf: Burak Baş

Denizli gezisi sırasında, Halil Bektaş İlkokulu’nun öğrencileri büyük bir hevesle okullarını anlatmak, gezdirmek istediler ve binayı çok sevdiklerini söylediler. Öğretmenleri ise yapıdan şikayetçiydi.

Bunları söylemeniz çok önemli. Orada en çok ağrıma giden betiklik… Ben hala oraya betik yolluyorum. Betikler bir köşeye atılıyor. Dolaplar yanlara çekilmiş, öğretmenler kütüphanede badminton oynuyorlarmış.

Çocuk nerede mutlu olacağını biliyor ama öğretmen tanımıyor o çocuğu. O okul o kadar çok birinci yetiştirdi ki! Hem Denizli çapında hem de Türkiye çapında.

“Mimarlık budur işte! Bak çocuklar ne denli mutlular”

Açılışına Bedri Rahmi ile birlikte gittik. Baktım Bedri Rahmi bir ara duvara yaslanmış ağlıyor. “Aman Reis bir şey mi oldu” diye yanına gittiğimde “Mimarlık budur işte! Bak çocuklar ne denli mutlular” dedi. Bir ressam, bir şair bunu duyabildi. Çocuklara başka türlü bir yakınlık duyan bir öğretmenin sağlaması gereken bir ortam, o öğretmenin bunu sağlayacağı bir yapı yaratıyorum.

Bu okulu yaparken mimari, statik, tesisat, elektrik; son kuruşuna dek tüm giderlerini üç kardeş cebimizden ödedik. Siz bir armağan yapıyorsunuz; bakıyorsunuz betikleri yok, betik yolluyorsunuz… Bilgisayar verebilirim diyorsunuz. Onlar ise “Bize bir hademe aylığı verin daha iyi.” diyorlar.

Bu okulu yaparken mimari, statik, tesisat, elektrik; son kuruşuna dek tüm giderlerini üç kardeş cebimizden ödedik

Örneğin gazbetonun görünür bırakılması gerektiğini bilmiyorlar. Gaz beton sıvanmaz. Müdüre hanım “Bir gün param olursa okulu sıvalattıracağım.” diyor, sanki ben sıvamaktan kaçınmışım. Devletin kurallarına göre o günkü para ile 3 trilyon gider yerine 780 milyonla bitirdim okulu. Bu bir örnekti.

Bizans döneminde bir tek adamın 1000 betiği denetleyebileceği betiklikler yapılmış. Oradaki gibi okuma masası pencerenin önünde, kitapları elini uzatsa alabilecek bir sistem var ve bu sistem ders betiğine girdi. Bunun ne demek olduğunu bilmiyorlar.

Örneğin pencereden hırsız girme olasılığı var mı, hırsız girebilir mi giremez mi bilmiyorlar. E bana sorun! Sormuyorlar, gidiyor Denizli’de kötü bir apartmana yapılan bir demir parmaklığı koyuyorlar. Bunlar bilinse, belli bir kültüre ulaşılmış olsa…

Halil Bektaş İlkokulu, Denizli, Fotoğraf: Burak Baş
Halil Bektaş İlkokulu, Denizli, Fotoğraf: Burak Baş

SALT’ın arşiv çalışmaları kapsamında düzenlenen bu gezi 3 gün sürdü, oldukça yoğun bir programdı ve sizin Denizli’deki mimarlık pratiğinizi görme şansı verdi. Sadece sizin inşa ettiğiniz yapılar yer alabilirdi ama Laodikya ve Hierolopolis yani Pamukkale de bu program kapsamında gezildi. Laodikya ve Pamukkale’nin programa dahil edilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Laodikya’da kazının başlamasında birazcık payım var. Sanırım izlenceye alırken onu düşündüler. Laodikya’da kazı yapılmasını çok istedim, aşağı yukarı 40 yıl bunun için uğraştım. Baktım ki devletle olmayacak bir yakın arkadaşıma Laodikya’nın aslında ne olduğunu ve niye önemli olduğunu anlatarak onu “ikna” ettim. Birlikte birtakım girişimlerle sonunda başardık.

Laodikya’da kazının Denizlililere (Pamukkale Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne) verilmesi için de çalıştım ve başardım. İtalyanlar 250 bin doları hemen veriyorlar diye kazı işi onlara verilecekti. Gerçekleştirdiğimiz etkinliğe gelen 2000 üzerinde kişi vardı, hemen orada para topladık, söz aldık. Şu kadar milyon üniversite verecek, şu kadar milyon valilik verecek diye ve o 250 bin doları neredeyse orada toplayabildik. Konu para konusu olmamalı…

Bizim kazılarımızı bizim yapmamız önemli. Çünkü onlar ya Roma ekolüne göre ya Atina ekolüne göre yorumlar yapıyorlar. Oysa biz yaparsak Anadolu’yu es geçmeden yapabileceğiz.  Ayrıca kimin ne hakkı var bunun üzerinde, bu insanlığın malı. O nedenle ona hepimizin birlikte sahip çıkması gerek. “Helen” değil bu, doğrudan doğruya İyonya, Karya kısacası Anadolu’nun kültür üretimi. Bunu anlamak bakımından Laodikya çok önemli…

Fotoğraf: Burak Baş
Cengiz Bektaş, Celal Şimşek, Laodikya Fotoğraf: Burak Baş

Laodikya’yı gezerken kazı başkanı Celal Şimşek oradaydı. O anlattı Laodikya’yı. Pamukkale’de de Denizli’nin yetiştirdiği Halet Çambel’in öğrencisi Haşim Yıldız olmalıydı…

Yalnızca Laodikya seçilebilirdi, Hieropolis dışarıda da bırakılabilirdi belki ama seçimlere ben karıştırılmadım.

p1130255
Laodikya Antik Kenti, Fotoğraf: Burak Baş

“Ustalık kendini geçebilecek çırak yetiştirebilmektir.” demiştiniz. Aslında ben biraz da bunu arşiv çalışmalarına bağlamak istiyorum. Bir mimarlık ofisinin arşivinin olması, mimarın arşivini sürdürmesi, bunun gelecek kuşaklara aktarılması çırak yetiştirme ya da yeni mimarlar yetiştirmedeki önemi sizce ne ve bu konuda Türkiye şu anda nerede?

Arşiv çok önemli gerçekten, hem de geçmişe karşı sorumluluk. Daha çok yararlanmayı bilirlerse genç mimarlar için bir olanak. “Benden önce ne yapılmış?” Ne yaparsanız yapın sizden önce yapılanları iyi bilmeniz gerekiyor. Örneğin, “Denizli Eski Halk Evi”, sonra Belediye Binası olarak kullanıldı. Bu yapıyı yıkmak doğru değil. Bu yalnızca bir yapı değil, kültür politikasının, halk içinde yaygınlaşması için düşünülen bir projenin belgelerinden biri. Bunu yıkmak cumhuriyetin çok önemli bir girişimini yok saymak demek.

Bu, bir kültür izlencemizin olduğu bir dönem. Halkla ilişkili bir dönem… Belediye falan olması önemli değildi. Ondan önce halkevi olarak hem çocuklar hem gençler hem de yetişkinler kullandık orayı. Düğünümüz de orada oldu, her türlü girişimimiz de…

Şimdi bunun yerine yeni bir izlence koyarak onun yapısını yapsanız olabilir, ama gene de bunu korumanız lazım. Bu bizde eksik: Koruma duygusu.

Bu bizde eksik: Koruma duygusu.

Bektaş Mimarlık İşliği, Kuzguncuk, Fotoğraf: Neslihan İmamoğlu
Bektaş Mimarlık İşliği, Kuzguncuk, Fotoğraf: Neslihan İmamoğlu

Sizin SALT’la iletişime geçmeden önce Arşiv çalışmalarınız nasıldı?

Arşive önem veririm, her zaman doğru dürüst not tutarım. Örneğin, takvimimi sergilediler… Her gün en azından iki satır yazarım ta 1952’den beri. Onlar buraya geldiklerinde bir çalışma yaptılar, benim arşivimin ne denli düzenli olduğunu gördüler. Ortadaki büyük masa arşivdir. Projeler vardır orada, baştan beri her şey… Mal sahibine de resmi daireye de çizimlerin özgünlerini vermem, zorunlu kalırsam sepya veririm. Ama gerçekten arşivim düzenlidir. Çünkü kendim de arada bir geriye dönüp bakarım: Nerede ne yapmışım, söylediğim sözlere uymuş muyum? En tutarlı insanlardan biri olduğumu söylediler. “Ne söylediyse onu yapmış” diyorlar.

Arşiv çalışması çok önemli. Ayrıca bundan sonrası için böyle bir arşiv kurumunun yapacağı harcamayı ben yapamazdım.

b_img_3319
Bektaş Mimarlık İşliği, Kuzguncuk, Fotoğraf: Neslihan İmamoğlu

Peki, arşivinizin paylaşıma açılması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bilginin kıskançlığı olmaz. Hayatımda inandığım iki şey çok önemli: Bilgi ve sevgi. Paylaşmazsanız olmaz, büyümezler, gelişmezler.

Bu programa ön ayak olan Denizli’deki araştırmacılar, Burak Altınışık, Işıl Uçman Altınışık, Erhan Berat Fındıklı sizinle nasıl bir iletişim içindeydi program boyunca?

Benimle çok konuşmadılar. Örneğin yarın söyleşi olacak Özyönetim Mimarlık İşliği üzerine. Bana “Durup dururken neden özyönetim?” diye sormaları gerekirdi. Bir de “Peki ama ne oldu sonra, niye başarılamadı?”diye sormalılardı.

Bana “Durup dururken neden özyönetim?” diye sormaları gerekirdi.

Önce başarıldı 6 yıl. Orada ben hep Cengiz Ağabey’dim çünkü… Ama sonra olmadı. Bunları sormalılardı.

Hepsi Cengiz Bektaş üretimi değilmiş gibi bir kuşku var gibi oldu. Oysa öyle değil. Özyönetimin üretimini paylaştığım işleri yayınlanan işlerimin arasına koymadım. Çünkü o yalnız benim değil. Örneğin Datça’da bir dinlence köyü vardır, hiç yayınlamadım; çünkü tam benim istediğim gibi olmadı. Özyönetimle ilişkiliydi. Datça’da Özyönetim dönemine ilişkin “Dinlence Köyü” nün olduğu, “SALT”ça bastırılmış afişe konulan resim çok ama çok kötü… İnsan hiç olmazsa sorar değil mi?

Bizde projelendirme olayı da üstüne çok düşünülmüş bir şey değil. Eksiltme düzeni yanlış. 69’dan beri “kontrollüğünü” üstlenmediğim bir proje yapmamaya çalışıyorum. Uygulamayı bir üstenciye veriyorlar, o üstenci gidiyor taşeronlarla anlaşıyor,  sonra da hepsinin sırtından para kazanıyor. Oysa böyle olmamalı. Bütün uzmanlar bağımsız olarak çalışmalılar. Bunun için bir yenilik önermek gerekiyordu. Yaptığım politikada değil, mimarlıkta özyönetimdi.

72’de başlamışım özyönetim çalışmasına, 15 yıl geçirmiş, yanlışları görmüştüm. Bu ofisteki mobilyaları ben çizdim. Benim çizdiğim bir ahşap mobilyadan Nevzat Sayın’ın değiştirdiği bir demir boru sandalyede oturuyorsunuz.

Küvet çizdim. Biz akarsuda yıkanırız kovayı koyar döküne döküne… Oysa bizim insanımız için, kurnası da olan bir küvet işimize yarar. Çizdim… Gidip fiyat aldım, gördüm ki eş gidere çıkacak…

Onlara, birlikte var olabilmenin bir yolunu gösteriyorum. Uygulama yapmadığım hiçbir teoriyi yayınlamadım şu günlere dek…

Yarın Nevzat, belki benim algılayamadığım şeyleri söyler diye umuyorum.

Cengiz Bektaş, Fotoğraf: Neslihan İmamoğlu
Cengiz Bektaş, Fotoğraf: Neslihan İmamoğlu

Sadece özyönetim işliği konusunda değil malzeme seçimi, teknik ve izlence konusunda da yenilikler getirdiniz…

Tuğla yeteri kadar yalıtım yapmıyor. Bu nedenle, bütün İstanbul mantolama yapıyor. Onu da yanlış yapıyorlar, insanları termosların içine kapatıyorlar. Bir insan bir şeyi bilmeyebilir ama bilen birisi varsa ona sormalı.

Türkiye’ye geldiğim zaman betonun üstüne zift sürdükleri zaman yalıtım yaptıklarını sanıyorlardı, Ankara’da…

İki tane mimar, ODTÜ Isı Merkezi’ni yapacaklardı. Ben diyorum buraya yalıtım yapılmalı, çatıya, en sonunda oturdum çizdim bunlar böyle yapılacak diye. Yoksa yok.

Diyorlardı ki “atoma karşı sığınak”…

Bunu Almanya’da da düşündüler. Ben orada atom sığınağı yaptım. Proje bittikten sonra sordum işverenlere: “Buradan kaç kişi sağlam çıkacak? Bütün Münih’ten? 125 kişi. Bu adamlar, dışarıya çıktıkları zaman çıldırırlar, siz o 125 kişiyi seçerek mi alacaksınız; örneğin yarısı kadın yarısı erkek mi alacaksınız?  Yok, o zaman nedir bu yaptığınız! Savaş çıkarmayın.” Almanya’da o tarihlerde bunu söylemek kolay değildi. Beni orada hiçbir şeye aldırmadan eleştirebilen bir insan olarak bildiklerinden katlanıyorlardı.

Bu soruları, bir mimarın, benim işim değil diye bir yana itmesi değil, tam tersine özellikle sorması gerek.

ODTÜ’de de sığınaklar vardı izlencede. Dedim sizin tesisat kanallarınız yok mu? Var. Atom sığınağı yapacağınıza o kanalları kullanalım. Ayrıca, şundan şundan ötürü atom sığınağı yapmanızın hiçbir anlamı yok dedim, programdan silindi. Milyarlarca liralık giderden kurtuldular. Ve çok şükür ki 58 yıldır böyle bir şeye gerek olmadı.

Şunu söylemek istiyorum: Bütüncül düşüncenin adamı olarak, bütünü düşünürken ayrıntıyı da göz önünde bulunduran bir insan olarak böyle yapmanız gerek. Siz sorgulamazsanız kim sorgulayacak bunları?

Son olarak yeni baskısı çıkan “Herkes için Kent” kitabınızdan da bahsedebilir misiniz?

Her şey var içinde; otistik çocuklar, okullarımız…

Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’nden Coşkun Özdemir’in düşüncesi ile 21 okulu dolaştım, her biri için ayrı rapor hazırladım. Birçok okula birlikte gittik. Bütün okullarımız, çocukların düşüp yaralanmaları için yapılıyor sanki.

Bütün okullarımız, çocukların düşüp yaralanmaları için yapılıyor sanki.

En yalın şeyi söyleyeyim: Tuvaletin kapısını hiç içeriye açmam ben, arkada birisi düştüğü zaman kim kurtaracak bu çocukları? Kapılar içe açılıyor, zeminler kaygan gereçten yapılıyor. Tuvalet kapısı 180 cm’den yüksek yapılmaz. Çünkü biraz uzun boylu bir adam içeride tehlikeli bir şey olduğunda görebilmeli. Yerden de 15 cm kaldırılmış yapılır, ayaklarından görürsünüz. Bunlara hiç bakan yok. Işık soldan gelmelidir sınıfta, incelediğimiz örneklerin yarısında sağdan geliyor. Çoğunu yayınladım bu kitapta…

Okullarda da eğitim verdik ve bunları anlattığımızda öğretmenlerin bilisizliği görüldü… Ne yazık ki genç kuşak mimarlar da bilmiyorlar bunları…

Bunları gerçekten yazmak, anlatmak, okullarda anlatmak, afişlerle aktarmak gerekiyor.

Fotoğraf: Neslihan İmamoğlu
Cengiz Bektaş, Fotoğraf: Neslihan İmamoğlu