Lesley Lokko küratörlüğünde “Geleceğin Laboratuvarı” ana başlığı ve iki yan tema “dekarbonizasyon” ve “dekolonizasyon” üzerine düşünceler üreten Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi, 20 Mayıs tarihinden itibaren ziyaretçileri ağırlıyor. “bi-özet soruyor” bölümü kapsamında sergiyi gezme fırsatı bulan isimler deneyimlerini aktarıyor.
26 Kasım 2023 tarihinde sona erecek olan sergi ile ilgili sorulara Selçuk Avcı yanıt veriyor:
Bu yılın temasını ve ana sergiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Lokko, sergiyi mimarlık ve çeşitli yaratıcı disiplinleri icra edenlerin çağdaş pratiklerinden yola çıkarak, katılımcı ve ziyaretçilerin geleceğin neler barındırabileceğine yönelik hayal kurmaları için yol gösterici bir atölye, bir laboratuvar olacak şekilde tasarladığını söylüyor ama bende bıraktığı izlenim bu değildi.
Mimarlar olarak her an, arkasında duramadığımız şeylerin araçları olmanın suçluluğu duygusuyla mücadele ettiğimizi düşünüyorum: Küresel ısınmanın %40’ından sorumlu olmak, kolonyalizmin öncüsü olan saltanatların mimarları olmaktan kaçınamamak, bilinçli bir şekilde büyük küresel dev şirketlerle çalışarak ister istemez çevre kirliliği yaratmak, doğayı ve kültürleri yok eden binalar inşa etmek zorunda kalmak vb… Bu sergi de, bu mesajı kafamıza daha fazla vurdukça aslında kendi başımıza, üzerinde fazla etkimizin olmadığı durumların telafisi için çalıştığımızın farkına varıyoruz. Bienallerde de enerjimizin çoğunu bu suçluluğun bir kısmını üzerimizden atmak ve sonunda çaresiz kaldığımızı hissettiğimiz anların kefaretini ödemek için harcıyoruz. Ama bence böyle bir bienalin en önemli mesajı şu olmalı: “Çaresiz değiliz ve sonuçları değiştirebiliriz”. Belli ki Lokko da bunu göstermeyi amaçlıyordu.
Ama günün sonunda, sömürgecilik neticesinde gelişen bir vakanın -Ganalı bir doktor ile İskoç bir kadın arasındaki evliliğin- sonucu olan Lokko, özel okullarda eğitilerek, o eğitim sisteminde açıkça becerikli bir şekilde yoluna devam ederek ve kendi varlığında ve benlik duygusunda etkili olan şeylere ağıt yakmayı kabullenerek var olan bir mimar/sanatçı/roman-yazar. Ve ortaya çıkan sergi, o kadar batı kültürü kaynaklı ve tezine zıt olan aygıt ve araçların kullanımı konusunda açıkça çelişkili ki, insan serginin aslında neyle ilgili olduğunu merak etmeye başlıyor. Ve aç karna geldiği ziyafetten aç ayrılan bir davetli hissiyle ziyaretçi tatminsizliğini kabul ediyor.

Ana sergi kapsamında dikkatinizi çeken işlerden (en fazla 3 iş) bahseder misiniz?
Arsenale’de Flores&Prats’in işi analog mimariye duyduğumuz açlığımızı ve yaratıcılığını hatırlatmasıyla kayda değer. Ve yine Arsenale’de, David Adjaye‘nin suyun kenarında parlayan yakılmış siyah piramidi de dikkat çeken ve etkileyen işlerden… Onun dışında Arsenale’deki ana sergiden hafızada yüzeysel algılar kalıyor.
Ülke pavyonları “Geleceğin Laboratuvarı” teması veya “dekarbonizasyon” ve “dekolonizasyon” alt temaları ile nasıl bir ilişki kuruyor?
Venedik’teki tüm Mimarlık Bienalleri’ne dair uzun yıllara dayanan gözlemlerim gösteriyor ki; jüriler kendi ülke meselelerinde kayboldukları ve temayı iç izleyicilerine bir açıklama olarak yorumladıkları için ülke pavyonları temayla az alaka kuruyor ya da çok alakasız hâle geliyor. Bu doğaldır, çünkü hepimiz kendi kendimize takıntılıyız. Ama arada sırada sizi bir masalın içinden geçiren ve mesajının şaşırtıcı derinliğiyle yıkanmış olarak dışarıya çıkıncaya kadar büyüleyen tutarlı sergiler görmek büyük bir zevk. Bu, o bienallerden biri değildi.
Bu durumda, ülke pavyonlarının yaklaşık % 10’unun temayla alakalı olduğunu söyleyebilirim. Ama ülke pavyonlarını bir kenara bırakalım: Lokko’nun, kendi sergilerindeki araştırmacı bir laboratuvar yaratma amacı yerine küratör olarak seçilmiş olması şansını değerlendirerek tanışmak ve iletişim kurmak istediği insanların pratiklerinden oluşturduğu bir sergi gibi duruyor. Bunu söylemenin kulağa korkunç geldiğini biliyorum ama 2023 Bienali’nin bende bıraktığı izlenim bu: Yüzeysel.
Sizce bu yılın öne çıkan ülke pavyonları hangileri?
The Circle tarafından iki yılda bir düzenlenen GEMSS programının 2019 yılı seçilenlerinden SO? Mimarlık’ın kurucu ortakları Sevince Bayrak ve Oral Göktaş’ın “Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi” adlı projesini ağırlayan Türkiye pavyonu, girişken ve interaktif bir yaklaşım getirdiği için bienaldeki en önemli duraklardan biri olabilme potansiyelini taşıyor. Öne koyduğu yerel referanslar ve vakaların bir başka ülke insanı tarafından hayretle karşılanacağı belli, fakat bu ülkelere bir şey öğretiyor mu yoksa daha çok ülkemizin gülünç ortamını mı açıklığa kavuşturuyor, emin olamadım.
Ayrıca Özbekistan‘ın naif ama kusursuz gözlemi ve Japonya‘nın kendini sadeleştirerek kendine özgü bir şekilde yarattığı muhteşem taksonomi dikkat çekiyor. Japonlara hayran olmamak mümkün mü? Sade bir mimarinin saflığını nahifçe ortaya koyan bir sergi olarak en sevdiğimdi diyebilirim.
Paralel etkinlikleri gezme fırsatınız oldu mu? Bu etkinlikler arasında ilginizi çeken, başarılı bulduğunuz işler var mı?
Hayır, bu nadiren oluyor; özellikle tüm Arsenale ve Giardini’yi görmek için sadece iki gün ayırıyorsanız. Ana sergiyi yeterince içinize çekerek, detaylıca okuyarak geçmek isterseniz yan etkinlikleri görmek için zamanınız olamıyor. Bunun için bir gün daha gerekiyor.
Ancak hâlâ devam ediyorsa, saçma “The Line” (NEOM) projesini görmek için sabırsızlanıyorum.
Venedik Bienali 18. Uluslararası Mimarlık Sergisi izlenimlerinizi 3 kelime ile özetlemenizi istesek bu kelimeler neler olur?
Eğer küratör sergisini soruyorsak: Sömürgecilik, sömürgecilik ve sömürgecilik.
Bahsi Geçen Sergiler
- Biennale Architettura 2023
DANGEROUS LIAISONS / ARSENALE
FLORES & PRATS ARCHITECTS
“Emotional Heritage” - Biennale Architettura 2023
FORCE MAJEURE / CENTRAL
ADJAYE ASSOCIATES
“Adjaye Futures Lab”
Bahsi Geçen Ülke Pavyonları
- Japonya
“Architecture, a place to be loved — when architecture is seen as a living creature” - Özbekistan
“Unbuild Together” - Türkiye
“Ghost Stories: Carrier Bag Theory of Architecture”
Bahsi Geçen Paralel Etkinlikler