Ayın Yorumu bölümünde İrem Uslu, Akbelen Ormanı – İkizköy tartışmalarını kişisel deneyim, gözlem ve bilgileri ışığında değerlendiriyor.
İkizköylülerin, 24 Temmuz Pazartesi günü itibarıyla gündemde sıkça karşımıza çıkan Akbelen direnişi, aslında on yıllardır süregiden benzer hadiselerle örülmüş uzun soluklu bir mücadeleyi barındırıyor içerisinde. Bu meseleyi anlamak ve paylaşmak için, hem sermaye ilişkilerine dayalı oldukça ekonomi-politik bir yorum hem yerinden, toprağından, yaşamından edilenlerin sosyo-kültürel hikâyeleriyle bezenmiş bir anlatı hem de Anadolu coğrafyasında sıkça karşılaşmaya başladığımız ekoloji temelli mücadele retoriği gerektiren çok katmanlı bir okumaya ihtiyaç duyuyoruz. Ancak, ben basitçe kendi edindiğim deneyim, gözlem ve bilgiler ışığında yaşananları anlatmaya çalışacağım.
Zeytin ağaçları üzerine çalışmaya karar verdiğimde, zeytinliklerin maden sahasına açılmasına yönelik yasa tasarısı Nisan 2022’de henüz geri çekilmişti. İkizköy halkının birçok zeytin iştirakçisi ile birlikte sürdürdüğü mücadelenin bu sürece önemli bir katkısı olduğunu öğrendim.
*Şimdi tekrar torba yasaya giren bu değişiklik, Anayasa’da mevcut “zeytin ağaçları kesilemez, zeytinliklere yakın maden sahası açılamaz” maddesinin değişimini içeriyor. Orman arazilerinin maden sahasına açılması ise Nisan 2023 tarihinde kanun değişikliği ile bakanlık onayınca yasal hale geldi. Bu, uzun vadede tüm orman ve zeytinlik alanların kamulaştırma vasıtasıyla maden işletmelerine devredilmesi demek.

İlk kez Mart 2023 tarihinde İkizköy’e giderek, burada yaşayan ve her gün nöbet tutan insanlarla tanıştım. Başta köye haritadan ulaşamadım. Çünkü köyün esas merkezi, Işıkdere mevkisi yıllar içinde maden çukuru tarafından yutulmuş. Aytaç Abla (Yakar) çocukluğunun geçtiği yerleri, aile kabirlerinin olduğu mezarlığı ve nasıl yıkılıp taşındığını, alanı her gördüğünde ağlayarak anlatıyor. Bu süreçte köylülerin bir kısmı köyü terk ederek çocuklarının yanına çevre ilçelere, illere göç etmiş, bir kısmı köyün diğer mevkilerinde yeni evler inşa etmişler. Yaşayan halkın bir kısmı hâlâ zeytinlikleri, bağ-bahçeleri, hayvanları ve ormandan ürettikleri çam balı ile geçimlerini sağlıyorlar. Bir kısmı gerçekten hemen yanı başlarındaki termik santralde çalışıyor. Aynı köyden, hatta akraba birçoğu… Herkes kendi gücünün yettiği ile hayatını sürdürmeye çalışıyor ama büyük bir huzursuzluk içerisinde ve her gün termik santralden sızan kimyasalların zehri altında…
*Ardından her fırsatta yolumu Milas’a çevirerek İkizköy’e uğradım. Bazen kalabalık bir etkinliğe, bazen sadece bir çay içmeye… Birçok şahane insanla; 24 Temmuz sabahından beri ağladığını, feryat ettiğini, bağırdığını, coplandığını, gazlandığını, gözaltına alındığını izlemek zorunda kaldığım birçok güzel insanla tanıştım. İlk büyük tanışıklığım da, ziyaretimden iki gün sonra gerçekleşecek olan duruşmalarına beni çağırmaları vasıtasıyla gerçekleşti. Duruşma, iki yıl önceki direnişte köylü Gülören Demir ve çevreci Füsun Ergün’ün müdahalede bulunan jandarmaya mukavemetten dolayı yargılandıkları dava ile ilgiliydi. 26 Haziran 2023’te sonuçlanan bu davada da, bu kadınlar hapis cezası aldılar, cezaları paraya çevrildi.

Süreç, İkizköy için 4 yıl önce 2019’da istimlak kararlarının tebliği ile başlıyor. Bölgede benzer hikâyelerle 80 sonrası sıkça karşılaşılıyor. Köylüler, yan köylerden ve Işıkdere mahallesinden mülksüzleştirme, yerinden edilme süreçlerine ve ardından yaşananlara aşinalar; devlet kararıdır diyerek kabul edenler de, bir yol arayıp itiraz edenler de oluyor. Esas mücadele süreci ise, iki yıl önce tam da şirket maden sahasını daha da genişletmek üzere Akbelen Ormanı’na girmeye başladığında alevleniyor. Akbelen Çam Ormanı köyün geriye kalan mevkileri arasında bulunuyor. Sevgili Nejla Işık’ın sanırım 70 yaşlarındaki babası heyecanla anlatmıştı bir akşam çay içerken; “Ağaçları kestiklerini duyunca gittik, ağaçlara sarıldık, iş makinelerinin önüne geçtik ve kesenleri durdurduk”. O haftalarda, köylüler büyük bir mücadele ile kesimi durdurmayı başarıyorlar. Yasal mahkeme süreçleri ve bugüne uzanan direnme süreci de böylece başlıyor. Kaybettikleri çok şey var ama yaşamlarını sürdürebilmek için geriye kalanları korumak zorunluluğunu derinden hissediyorlar. Avukatları, sevgili Arif Ali Cangı, İsmail Hakkı Atal ve ismini tek tek saymak istediğim ama atladığım olursa haksızlık olmasın diye yazmadığım birçok destekçi ile de bu süre zarfında tanışıp benim gördüğüm kadarıyla neredeyse kardeşliğe varan bir bağ kuruyorlar.
*Tabii, bu süre zarfında şirket arazileri almak için para tekliflerini ve kamulaştırma tehditlerini hep sürdürüyor; “Bize bu fiyata arazinizi satın yoksa maden sahası başvurusu ile istimlak edilir, değerinin çok altında gider araziniz” şeklinde. Hatta şöyle ironik bir hikâye anlatmıştı Muzaffer Abi (Döşeme); “Zeytin ağacını kesmek yasak ya, şirket aldığı arazilerin sahiplerine kendi elleriyle kestiriyor ağaçları. Ağaçlar ile işimiz yok, isterseniz kesin, yakacak olarak kullanırsınız diyor. Onlar da ne bilsinler kesiyorlar, yakalansalar cezası var”.

Yasal süreçte, geçtiğimiz Aralık ayında kaldırılan (Aralık 2022) yürütmeyi durdurma kararı ile bu süre boyunca ormanı olabildiğince korumayı başarıyorlar. Bir de yasal süreçlere rağmen kesimi oldubittiye getirmeye çalışmasınlar diye her gün dönüşümlü nöbet tutuyorlar; üstelik aralıksız iki yıldır gündüz ve gece!
*Henüz 16 Temmuz Pazar günü İkizköylüler, İkizköy dostları ile birlikte 2021’de başlattıkları çadırlı nöbetin, mücadelenin, direnişin 2. yılını kutlamışlardı.

Nöbet alanı olarak da -bugün insanların direniş ve kamp için toplandıkları ve hâlâ çam ağaçları barındıran tek yer- Akbelen Ormanı’nın kenarında kara yoluna cephesi olan özel mülk bir araziyi kullanıyor; tuvalet, konteyner, çadırlar yerleştiriyorlar. Akbelen çamlarının altındaki bu alan, hem nöbet tutanlar için yaşam alanı hem de bazen topluca konuştukları, tartıştıkları, kızdıkları, güldükleri, eğlendikleri, öğrendikleri bir meydana dönüşüyor. Burası sıklıkla, eski köy meydanının yerine geçiyor. Akbelen Ormanı da yalnızca köyün bir korusu değil, sosyo-kültürel bir bölge hâline geliyor. Buraya Akbelen açık hava üniversitesi diyorlar.
*Ta ki, 2022 yılı sonunda yürütmeyi durdurma kararı kaldırılıp, Mayıs 2023 genel seçimleri de Limak-İçtaş şirketler iş birliğinin lehine olacak şekilde Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin kazanması ile sonuçlanana kadar, yüksek bir umut ve dayanışma ile sürüyor mücadele. Mayıs 2023’ten beri ise, müdahale beklenen bir duruma dönüşüyor. 24 Temmuz Pazartesi günü de gerçekleşiyor.

Akbelen Ormanı; nöbet alanı ile maden sahasının tam arasında kalıyor. Bu nedenle, 24 Temmuz Pazartesi günü sabahın ilk ışıkları ile kesime gelen şirket, jandarma ve polis desteğini esasen köylüleri ve yaşam savunucularını nöbet alanında ve ormanın dışında tutmaya yönelik kullanıyor. Kesim işlemi, maden sahasından içeri doğru gün be gün, her seferinde yaşayanların ve direnenlerin ağaçları korumasını engelleyecek şekilde kurulan bir barikat vasıtasıyla ilerliyor. Kısacası, devlet destekli orman kesimi gerçekleştiriliyor, hem de oranın esas sahibi, yaşayanları olan köylülerin direnci pahasına, gözyaşları ve ağıtlarına rağmen… Her ne zaman barikat aşılıp ağaçlara ulaşmak istense de, jandarma müdahalesi gerçekleşiyor. İnsanlar geri püskürtülüyorlar. Barikatların ardından elleri kolları bağlı bir şekilde çaresizce kesimi izlemek zorunda bırakılıyorlar. 29 Temmuz Cumartesi sabahı 06.30’da nöbet alanı ablukaya alındığında gerçekleşen de tam olarak bu, sadece 5 günde ağaç kesimi nöbet-kamp alanı sınırına dayanacak kadar ilerlemiş durumda. 30 Temmuz günü de Muğla Valiliği kesimin tamamlandığını duyuruyor. Akbelen Ormanı içerisindeki büyük çam ağaçlarının kesimi 6 gün içerisinde tamamlanıyor. Sırada, toprağın tıraşlanarak tüm orman altı bitki örtüsünden temizlenmesi, adım adım kazılarak çukura dönüştürülmesi ve kömüre ulaşana dek devam eden maden sahasına çevrilmesi aşamaları bulunuyor. Maden sahası sınırı ileriye doğru iteleniyor.

*Akbelen Ormanı kendi ekolojik değeri yanında 2019 öncesinde işlenmiş sahaları durduran bir ara kuşak, tampon bölge haline de geliyor. Milas-Ören ana yolu aksı üzerinde, güney yönünde Ören sahiline kadar devam eden devasa maden sahası orman sınırında kalıyor. Işıkdere kenarında kurulu İkizköy merkezi, içerisinde bulunan arkeolojik alan ve mezarlık dahi boşaltılıp kaldırıldıktan sonra evinden edilen köylülerin bir kısmı kalan topraklarından uzaklaşmamak için köyün diğer mevkileri olan Karadam, Akbelen ve Ova mahallelerine yerleşiyorlar. Bu yeni sınırda Akbelen Ormanı ile birlikte hem yeniden kurdukları hayatlarını, kendi yuvalarını ve topraklarını korumaya hem de buradan ulusal ve hatta evrensel bir etki yaratmaya çalışıyorlar. Yıllardır, düşük istimlak bedelleri ve kredi borçlanmaları ile ekonomik zorluklar da yaşayan bu insanlar, şimdi ikinci kez istimlak ile karşı karşıyalar. Zira, halihazırda İkizköy’ün Ova ve Karadam mevkileri ile birlikte Çamköy ve Karacahisar’a ait birçok arazi de Akbelen Ormanı ardından sıraya girmiş gibi görünüyor. Şirket, özel arazileri satın alma yoluyla, devlet arazilerini de kamulaştırma vasıtasıyla mülkiyetine geçirerek ilerliyor.
Peki, bu noktada mücadelenin teknik yönüne bakarsak…
*Özellikle şirket tarafından hayata geçirilme gerekçesi “kamu yararı”, “enerji ihtiyacı”, “istihdam olanağı” olarak ifade edilen işletmenin gerçekliği nedir? Bu mücadele süresince birçok sosyo-bilimsel tartışma da bu duruma açıklık kazandırıyor. (Burada özetle birkaç noktaya değineceğim, ancak hem faaliyet hem de zarar-yarar değerlendirmeleri hakkında detaylı bilgi için görünen ve görünmeyen ÇED raporlarına, araştırmalara, dayanışmanın açıklamalarına bakabilirsiniz.)
Yeniköy Termik Santrali, Kemerköy Termik Santrali (2021 yılında Çökertme-Ören orman yangınının sınırlarına dayandığı Ören tesisi) ve Yatağan Termik Santrali ile birlikte Muğla’nın 3 termik santralinden biri. 80 sonrası yıllarda sırasıyla Yatağan, ardından Yeniköy ve soğutma suyu ihtiyacının karşılanması üzere en son Ören sahilinde bulunan Kemerköy Termik Santralleri kuruluyor. Tarihi boyunca, köylülerin ve çevrecilerin mücadele öyküleri ile dolu bu santraller hakkında ise hiç uygulanmamış olsa dahi 90’ların sonunda kapatma kararı veriliyor. “Ömrünü dolduran” ve “efektif” olmayan bu işletmeler kapatılacakken 2014 yılında özelleştirme ile Yatağan Termik Santrali Aydem Holding’e, Yeniköy-Kemerköy Termik Santralleri ise YK Enerji adıyla Limak-İçtaş ortaklığına, kömür ocakları işletme ruhsatları ile birlikte devrediliyor. Kesim sahasının hızla ve şiddetli bir şekilde tekrar genişlemesi ise bundan sonra başlıyor. Nitekim, devlet destekli bu özel şirketin, mutlak kârı garanti altına alması; iktisadi terimlerle “verimli” olmadığından dolayı da, “kârlı” olabilmek için “vahşi” olması gerekiyor. Bu nedenle saha sürekli genişliyor. (Bu noktada, bölgede açılması planlanan Karacahisar Termik Santrali’nin iptali sürecine de bir bakmak gerekir.)
*Termik santraller ısı vasıtasıyla elektrik üreten tesislerdir, ısıyı da çoğunlukla kömürden elde ederler, bu nedenle kömür madeni sahalarına yakın kurulurlar, kömür rezerv alanları ile birlikte işletilirler. Zira sürekli kömür ile beslenmeleri gerekir. Kömür de, organik karbon bileşenlerinin milyonlarca yıl boyunca özellikle dağların içerisindeki rezervlerde çürümesi ile oluşur. Kısacası, ormanların milyonlarca yıllık yaşam enerjisinin birikimidir kömür. Bu nedenle, ormanlarla kaplı dağlar kömür kaynağı olarak belirirler. Yerin altındaki milyonlarca yıllık hayatın birikimi olan bu kömürler birkaç yılda çıkarılıp içindeki tüm hayat enerjisi kısa sürede tüketilir.
Sahanın sürekli genişlemesi, esasen kömür damarının zayıflığından ve sığlığından kaynaklanıyor. İnce ve yüzeye yakın linyit damarları nedeniyle kapalı ve derine inen bir kömür madeni yerine açık ocak madencilik uygulaması gerekiyor, bu da yüzeyden yayılan saha çukurlarının işletilmesi, kömüre ulaşana kadar piramit-zigurat şeklinde daha geniş hacimde bir toprağın yer değiştirmesi demek. Kısacası, buradaki “kömür aslında kurtarmıyor” ya da “attığı taş ürküttüğü kuşa değmiyor”. Bu nedenle, Limak-İçtaş iş birliğinin sineğin yağını çıkarırcasına ormanlara, zeytinliklere, tarım arazilerine ve köy yerleşimlerine dalarak ilerlemesi gerekiyor. Burada korunan kamu yararı değil, şirket yararı oluyor. Türkiye’nin önemli bir enerji ihtiyacını bu tesis karşılıyor açıklaması da böylece çürüyor. Aynı şekilde, şirket tarafından yayılan ve bakanlıkça savunulan “Akbelen Ormanı küçük bir alan” iddiası da gerçekliğini yitiriyor çünkü işletmenin devamlılığı, her daim genişleme ve ilerlemeye bağlı.
*Maden çukurları salt fiziki büyüklüklerinden fazlası bir etkiye neden oluyorlar. Bereketli toprak tabakasının yer değiştirmesi ve süregiden toprak, hava ve su kirliliğinin direkt etkileri yanında geniş bir çevrede oluşturduğu yanal etkiler nedeniyle tüm ekosistem bu durumdan zarar görüyor. Yaşayan tüm canlılar yer değiştiriyorlar ki İkizköylüler Akbelen ağaçları kesilirken bahçelerine sığınan kuşları üzülerek anlatıyorlar. Hava kirliliğinin yarattığı şemsiye etkisi civar köylerdeki zeytin ağaçlarının verimliliğini düşürüyor. Toprak ve canlılarla birlikte yeraltı ve yerüstü su akışları yer değiştiriyor. Işıkdere’nin 2019 öncesi tahribatı sonrası şimdi Akbelen-Çamköy’ün su toplama havzası olduğu da düşünüldüğünde geleceğe yönelik yaşamsal bir tehdit beliriyor. Bu nedenle, İkizköy dostları işlemi ekokırım olarak tarifliyorlar.
Akbelen Ormanı, bugün artık içerisindeki büyük kızılçam ağaçları kesilmiş olan, köyün sınırında görece küçük bir alan gibi dursa da, esasen Gökova Körfezi’nin kuzeyi boyunca uzanan Marçal ve Yarandağları üzerinde bulunan, coğrafya derslerinden bildiğimiz Menteşe Dağlık yöresinin uzantısı olan dağ sistemlerinin merkezi bir parçası. Tam da maden sahası ve kömür işletmeleri açısından bakıldığında delinecek kocaman bir havzadan, coğrafi bölgeden bahsediyoruz. Nitekim, İkizköylüler mücadelelerini anlatırken, hem kendi yaşam alanlarını, sağlıklarını, birlikte yaşadıkları ormanları ve canlıları korumak istediklerini belirtiyor hem de yukarıda da bahsettiğimiz gibi ileriye dönük santral işletmelerinin Yatağan’a kadar uzanan maden sahasını genişletme yönündeki korkutucu planından bahsediyorlar. Tüm Meneşe Dağlık yöresi delik deşik, çorak bir çukurluğa dönüşene kadar sürecek bir kıyamet senaryosu gibi… Tıpkı 80 sonrası Muğla’da yok olmuş ve tahrip olmuş köyleri Eskihisar, Şahinler, Bağyaka, Tınaz, Kafaca, Karakuyu, Yeşilbağcılar, Turgut, Çaybükü, Sekköy, Yeniköy, Hüsamlar, Karaağaç, Alatepe, Çakıralan, Bağdamlar, Dereköy; tıpkı Kazdağları, Beşparmak Dağları, Doğu Karadeniz Dağları, Istranca Dağları, Toros Dağları; tıpkı Çanakkale, Artvin, Bartın, Ordu, Zonguldak, Burdur, Antalya, Bingöl, Hatay’ın dağlık bölgeleri gibi tehdit altında… Tüm topografya ve ekolojik sistemi değiştirdikten sonra, şirketin “Aslına uygun rehabilite ediyoruz, yeniden ağaçlandırıyoruz, zeytinlik kuruyoruz” vaadi de pek gerçekçi görünmüyor. Bu süreç topografya değişmemiş olsaydı dahi binlerce yıl gerektiriyor.
*Belki de, hepimizi ilgilendiren ve sadece ufak bir orman alanı savunmasından daha büyük bir tehlike arz eden bu görü, uzun vadede Muğla ili ve hatta Güney Ege Bölgesi’nin geri dönülemez bir zarara uğratılması demek. Tüm dağ, vadi, orman ve su sistemlerinin zedelenmesi sonucunda, İkizköylüler Bodrum’un susuz kalacağından, Deştin Çayı’nın akmayacağından, arıların bal yapamayacağından, zeytinciliğin biteceğinden, sıcaklığın artacağından ve deniz canlılarının dahi bu durumdan etkileneceğinden bahsediyorlar. Bu nedenle, mücadelenin devamının elzem olduğunu belirtmeden geçemiyorlar. Zira haritadaki beyaz oyuklar da, bahsi geçen rehabilitasyonların yapılmadığı gibi yaraların gün geçtikçe derinleştiğinin göstergesi…

Bu noktada, istihdam sağlanması şirket tarafından öne sürülen en büyük koz gibi görünüyor. Büyük çoğunluğu işçi olan çalışanlar, kömür çıktıkça çalışmaya devam edecekler; kömür çıksın diye de maden sürekli ilerleyecek. Maden bittiğinde ise devasa çorak topraklarda kalakalacaklar, üstelik sağlıklarını, yurtlarını, topraklarını, yaşamsal bağlarını kaybetmiş olarak… Maden işçiliği koşulları da ortada iken, buna mahkûm edilen insanların esasen bölgede turizm ve zeytincilik başta olmak üzere alternatif geçim kaynakları çok fazla (her ne kadar turizm meselesi de ciddi tartışma içeriyor olsa da). Özellikle 350 Derneği’nin yaptığı bir araştırmaya göre, Yeniköy-Kemerköy Termik Santrali için devletin Limak-İçtaş’a sağladığı sadece bir yıllık teşvik ile 70 adet zeytin işletmesi (sıkım fabrikası, sabun-kozmetik üretim tesisleri gibi) kurulması ve ticareti mümkün. Adil geçiş olarak da tanımlanan bu süreç, planlı ve aşamalı şekilde kimseyi ve hiçbir şeyi yerinden, evinden, geçiminden etmeden, “kimseyi geride bırakmadan” fosil yakıtlardan çıkışı öngören bir yaklaşım olarak ortaya çıkıyor. Kömürsüz Türkiye için 2030 yılı hedefiyle hem sosyo-ekonomik ve ekolojik bir dönüşüm hem “sosyal adalet” hem de “iklim krizi” mücadelesi öngörülüyor. Bu, binlerce insanın temiz, sağlıklı, sürdürülebilir ve yenilenebilir üretim içerisinde yer alması ve toprağın korunması demek. Bu nedenle, tüm bu süreçlerin kamu, toplum ve çevre yararına dönüştürülmesi; Akbelen Ormanı ağaçları kesilmiş dahi olsa, toprağın, suyun, havanın yitirilmemesi için uzun vadeli bir mücadele hâlâ mümkün. İkizköylüler de basitçe bunu söylüyorlar, “Vazgeçmiyoruz, Vermeyeceğiz”.
Yaşananlara dair görüntüleri biraz da bu bilgiler ışığında izlediğimizde, uygulanan fiziki şiddetin açtığı yara çok derin ve mücadele ise çok meşakkatli, uzun; ancak çok elzem, hayati ve değerli, unutmayınız…
İrem Uslu, Ağustos 2023

İrem Uslu
1985 yılında Ankara’da doğdu. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde 2007’de lisans, 2011’de yüksek lisans eğitimini tamamladı. 2012’den bu yana doktora eğitimini sürdürüyor. Bugüne dek Kocaeli Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi ve Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi’nde araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi olarak görev yaptı; ayrıca birçok farklı organizasyonda gönüllü mimarlık eğitimcisi olarak yer aldı. İkizköylüler ve dostları ile yolu, mekânsal etik bağlamında zeytin ağaçları üzerinden bir haritalama çalışması yaptığı tez süreci vasıtasıyla kesişti.
* Bu metnin oluşmasında İkizköy Çevre Komitesinden İkizköylüler ve dostları başta Nihat Gencosman, İsmail Hakkı Atal, Deniz Gümüşel, Muzaffer Döşeme, Nejla Işık ve Esra Işık’ın katkısını yâd etmeden geçmem mümkün olmaz.
Kaynaklar:
-
Tüm sürecin günlük şeklinde belgelenip paylaşıldığı web sitesi: ikizkoydireniyor.net
-
İkizköy mücadelesi için kurulmuş olan yerel dernek: Karadam Karacahisar Mahalleleri Doğayı Doğal Hayatı Koruma Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği (KARDOK)
-
İkizköy ve Akbelen Ormanı mücadelesini anlatan bir belgesel: “Zeytinliğin Ardı”, Yön: Mervan Serhat Sarışın, 2022.
-
Akdeniz Yeşilleri Derneği tarafından hazırlanan, tüm santrallerin kurulmasından itibaren yaşanan sosyo-kültürel süreçleri anlatan bir belgesel: “Muğla’da Kömür İçin Yok Edilen Köyler”, 2023: www.youtube.com/watch?v=nRLq-B-yuAU
-
Fosil yakıtlardan çıkış ve adil geçiş sürecine dair tespit ve değerlendirmelerin paylaşıldığı doküman: “Kömürün Ötesinde Milas Raporu”, İklim İçin 350 Derneği, KARDOK, CAN Europe, Milas Kent Konseyi, Mayıs 2023: world.350.org/komursuzmilas/files/2023/06/komurun-otesinde-milas-sentez-rapor-web.pdf