[Söyleşi]: Ömer Pekin ile Mimarlık, Sanat ve Deneyim Üzerine

Profesyonel hayatına ABD’de başlayan, 2016 yılında bünyesine dahil olduğu Şevki Pekin Mimarlık’ın 2020 yılı itibarıyla yürütücülüğünü üstlenen Ömer Pekin, mimari çalışmalarının yanı sıra yurt içinde ve yurt dışında sanat pratiğini sürdürüyor. Pekin, 17 Haziran’a kadar Versus Art Project’te ziyaret edilebilecek olan ikinci kişisel sergisi “Infatuation” vesilesiyle mimarlık, sanat ve deneyim üzerine sorularımızı yanıtladı.

Sergi, genel anlamda uzun senelere yayılan, birbiriyle ilişkili ancak birbirinden bir o kadar da farklı üretimlerime yer veriyor.

Neslihan İmamoğlu: Serginin adından başlayarak yola çıkış hikâyesinden bahseder misiniz?

Ömer Pekin: Sergiye ismini veren “infatuation” aslında tam olarak Türkçede karşılığını bulmakta zorlandığım bir kelime oldu. Genel olarak “kısa süreli bir etkilenme” anlamına gelse de tam anlamıyla iki insan arasında oluşan bir ilişki ile sınırlı kalacak şekilde de çevriliyor. Bu sergi bağlamında “infatuation” sözcüğüne, bir üreticiyle üretimleri arasındaki ilişkiyi ya da izleyici ve sanat nesnesi arasındaki ilişki biçimlerini tanımlayacak bir terim olarak yaklaştık. Bir yandan, hem bireysel hem de toplumsal anlamda, özellikle de hızlı tüketime dayanan ve gittikçe bu düzenden beslenen dünyamızda, bunun çok farklı düzlemlerde de geçerli olduğunu düşünüyorum.

Sergi, genel anlamda uzun senelere yayılan, birbiriyle ilişkili ancak birbirinden bir o kadar da farklı üretimlerime yer veriyor. Hem mimari üretimim hem de sanatsal pratiğimin odak noktası ise 2015 yılından bu yana üzerinde düşündüğüm, 2017’de de yazıya dönüştürdüğüm “Painterly Object” tanımı etrafında yoğunlaşıyor. Bu metni çok kısa olarak şöyle özetleyebilirim; bir tasarım yapılırken, ne türlü bir yaratıcı alan olursa olsun, yapılan tasarımı fonksiyonundan bağımsız olarak, resimsel bir olgu oluşturabilmek amacıyla da yaratmak, bu ihtimaller üzerine düşünmek mümkündür.

Sergi tasarımı, mekân içinde yeni mekânlar yaratabilme özgürlüğü, iç mimari ve sahne tasarımı arasında gidip gelebilecek bir üretim pratiğine olanak sağlıyor…

N.İ.: Farklı zamanlarda üretmiş olduğunuz çalışmalar, mekâna özgü bir yerleşim ve kümelenmeyle Versus’ta bir araya geliyor. Sergileme tasarımı ile işler nasıl bir ilişki kuruyor?

Ö.P.: Versus Art Project mekânını bilenler, “Infatuation” kapsamında oldukça farklı bir deneyimle karşılaştılar. Bu defa, serginin temel düşüncesi ile ilişkili olarak, galeri alanını birbirinden farklı dünyalar oluşturabilecek bir biçimde; ortada antre, iki yanında ise birbirlerinden bağımsız odalar yaratarak şekillendirdik.

Versus Art Project, projelerinde sergi deneyimine önem veren bir yaklaşıma sahip zaten. Mimari müdahaleler konusunda oldukça cesurlar, bu nedenle de bir çağdaş sanat galerisi olarak çok özel sergiler ortaya çıkarıyorlar. Birlikte gerçekleştirdiğimiz ilk projede de mekânı dönüştüren bir yaklaşımımız olmuştu. Sergi tasarımı, mekân içinde yeni mekânlar yaratabilme özgürlüğü, iç mimari ve sahne tasarımı arasında gidip gelebilecek bir üretim pratiğine olanak sağlıyor ve izleyiciyi aktif bir role davet ediyor. Bu da bir sergi kurgulamanın en önemli yaklaşımlarından biri bana göre.

İzleyicinin rolünün nasıl değişkenlik gösterebileceği benim için oldukça önemli bir konu… 

N.İ.: Sergi metninde “hakikatin mutlaklığına ve değişmezliğine dair inanca” odaklandığınız belirtiliyor. “Post-truth” kavramı üzerinden hakikat üzerine çokça düşündüğümüz günümüzde serginiz nasıl pozisyonlanıyor?

Ö.P.: Post-truth bugünün gerçekliğini hem pozitif hem de olumsuz anlamda oldukça etkileyen bir konu. Sanatsal ve mimari üretim konusunda, malzeme konusunda, form araştırmalarında, pek çok anlamda bizi ileri taşıyabilecek çelişkileri besleyen bir konu. Kendi adıma düşündüğümde, aldığım eğitim, içinde yaşadığım dönem ve yaşama bakışım, mutlak hakikat arayışına yaklaşımımı sürekli olarak dönüştürüyor ve beni farklı hakikatlerin bir aradalığını düşünmeye iten bir etki yaratıyor.

Özellikle Graham Harman’ın düşüncelerinden hareketle ortaya çıkan çalışma ve araştırmalarımda, izleyicinin rolünün nasıl değişkenlik gösterebileceği benim için oldukça önemli bir konu oldu. Örneğin, sergide yer alan eserlere heykel desek de aslında duvara asılan resimsel objeler oldukları için bu tanımların sınırları ve buluştukları eşikler benim için önemli. Renk üzerine düşündüğümüzde, özellikle ışık ve mekâna göre dönüşen renkler yine önemli bir düşüncenin temelini oluşturuyor. Yeşil ve lacivert nesnelerden bahsediyoruz ancak ilk bakışta bu nesnelerin siyah olduğundan emin olmak da mümkün. İzleyicinin, farklı dünyalar yaratmasına olanak sağlayacak veya bu konuda izleyiciye yeni kapılar açacak bir sergi yaratmayı amaçladık.

Bütün eserler, tıpkı bir mimari tasarım sürecindeki gibi tüm detaylarıyla çiziliyor.

N.İ.: Şevki Pekin Mimarlık bünyesinde aktif olarak mimarlık yapıyor ve bir yandan da sanat üretimlerine devam ediyorsunuz. Serginin bir bölümünde duvarlara asılmış sanat üretimlerinizin dışında, mobilya tasarımlarınızdan ve yüksek lisans tez çalışmanız kapsamında üretmiş olduğunuz görsellerden bir seçkiye de yer verilmiş. Hatta bu bölümde sergide üretilen işlerin 2 boyutlu teknik çizimleri ile karşılaşıyor ve sanat üretimlerinizi de bir “mimar gibi” yaptığınızı görüyoruz. Yaratıcı ve üretimi arasındaki ilişki mimarlık veya sanat üretimleriniz söz konusu olduğunda farklılık gösteriyor mu? 

Ö.P.: Söylediğiniz gibi, Şevki Pekin Mimarlık, mimari üretimlerle, sergi tasarımlarıyla, mobilya üretimleriyle devam ediyor. Genelde, sanat eseri ile mimari arasındaki ilişki, bu çalışmaların temel düşünceleri ve malzeme kullanımı üzerinden paralellik gösteriyor. Bütün eserler, tıpkı bir mimari tasarım sürecindeki gibi tüm detaylarıyla çiziliyor.

Bununla birlikte, sergide mimari işlere yer vermemeye özen gösterdik. Mobilya olarak sergide yer alan çizim ve üretimler, Mardin Bienali için üretilmiş “Oikos” isimli işe ait nesnelerdi. “Oikos”, Mardin Bienali kapsamında, tüm bienale yayılacak şekilde tasarlanmış olan, diğer işlerle paralel şekilde var olan bir çalışmaydı.

Genel sanatsal araştırmalarım da kökeninde mimari form olan ve malzeme arayışlarıyla genişleyen bir yapı içinden çıktılar.

N.İ.: Çalışmalarınızda granit, bazalt, alüminyum gibi çeşitli malzemelerin, potansiyellerini açığa çıkaran farklı yöntemlerle işlenerek kullanıldığını görüyoruz. Bu malzemeleri tercih etmenizde mimarlık şapkanızın nasıl bir rolü var?

Ö.P.: Aslında üretimini yaptığım sanat nesnelerini, mimari tasarımlardan çok farklı görmüyorum. Genel sanatsal araştırmalarım da kökeninde mimari form olan ve malzeme arayışlarıyla genişleyen bir yapı içinden çıktılar. Bu nedenle mimari ve sanatsal pratik ayrılmalı mı, daha doğrusu birbirlerinin alanları nerede başlar ve nerede biter, bunu bilemiyorum. Bu sorunun keskin bir cevabı yerine üzerine sorulan soruları tercih ediyorum. Sonuçta iki alanda da yapılan yaratıcı bir üretim söz konusu. Bu nedenle malzemeler, genelde mimari yapılarda kullanılan malzemeler üzerinden şekilleniyor.

N.İ.: Sergideki işlerinize farklı açılardan baktığımızda, ışık, renk ve dokunun etkisiyle deneyimimiz çeşitleniyor. Gözün konumunun deneyimdeki etkisinin görünür kılındığı bu işlerden yola çıkarak sanatta ve mimarlıkta deneyim sizin için ne anlam ifade ediyor? 

Ö.P.: Deneyim, bir anlamda işin tamamı oluyor. Özellikle, güncel sanat içerisinde deneyim üzerinden giden, 1970’ler hatta belki daha eskiden beri var olan bir dünya söz konusu. Bununla birlikte, benim yaptığım işler de tabii ki mekânsal olarak insanla ilişki kurmaları üzerinden anlatıldığı için kesinlikle deneyimi odak noktasında tutuyor. Mimarlık için de aynı şekilde düşünüyorum: Tasarım, bir insanın algısı ve deneyiminden bağımsız düşünülemez.

Renk, bir sembol olarak değil, bir tercih olarak kullanılıyor.

N.İ.: Hem sanat hem de mimari üretimlerinizde rengi bir malzeme olarak kullandığınızdan bahsetmiştiniz. Örneğin, Şevki Pekin Mimarlık üretimi Çandarlı’daki Depo Binası ve Bekçi Kulübesi kırmızı rengi ile dikkat çeken bir yapı grubu ve tanıtım metinlerinde “kırmızı renk bir sembol, bir ifade şekli olmaktan çok mimarın kişisel tercihidir” ifadesi yer alıyor. Şevki Pekin’in mimarlıkta renk kullanımına yaklaşımı neydi ve siz bugün rengi nasıl ele alıyorsunuz?

Ö.P.: Şevki Pekin’in bahsettiğiniz açıklaması, aslında kendi düşüncesini olabilecek en yalın hâliyle, direkt olarak özetliyor. Renk, bir sembol olarak değil, bir tercih olarak kullanılıyor. Bir başka deyişle, resimsel bir görsel oluştururken kırmızı, bir malzeme olarak, tıpkı bir brüt beton, tahta, cam gibi bir anlayışla kullanılıyor.

Ben de bir üretim yaparken, hem dijital dünyada hem de analog dünyada geçiş imkânı verdiği için, rengi bir malzeme olarak kullanmayı önemsiyorum.