Yurtbay Seramik’in Pelin Olgun moderatörlüğünde gerçekleştirdiği, ‘Mimarın Yolculuğu’ programının yeni konuğu Mimar Han Tümertekin oldu.
Han Tümertekin tasarımı Arnavutköy’de konumlanan B3 Evi’nde gerçekleştirilen söyleşide Mimar Han Tümertekin, öğrencilik yıllarından başlayarak mesleki yolculuğunu, mimarlığa bakışını, Kız Kulesi restorasyonunu ve güncel projelerini anlattı.
Büyüdüğü evde, mekânla birlikte yaşadığını söyleyen Han Tümertekin, “Son yıllarda mimarlığıma bakıyorum, babamın sık sık kullandığı bir cümle tasarımlarıma yer etmiş: ‘Bölünmüş ama tek bir dünya.’ Dünyada her şey birbiriyle ilişkilidir. Nitekim bugün içinde olduğumuz bu evde bile, taşıyıcı sistemden doğramanın kalınlığına ya da bahçeye adım attığınız anda algılamaya başladığınız boğaz manzarasına kadar, her şeyi birbirleriyle ilişkili kurguladığımı görüyorum. Bunun da, ‘Dünyada tek bir mekân vardır, o da yeryüzüdür. Burada her şey birbiri ile ilişkilidir’ düşüncesinin uzantısı olduğunu yahut uygulaması olduğunu anlayabiliyorum” dedi.
Mimarlık hareket eden ve hareket etmeyeni bir arada tutma becerisidir.
Lise yıllarında otomobil tasarımı yapmak istediğini söyleyen Tümertekin, şöyle devam etti: “Kemerle bağlanacak kadar hareketsizsiniz. Ama o mekân hareket eder. İşte otomobil tasarımında bana çekici gelen ve üzerinden gelinmesi zor olan şey buydu. Öyle bir tasarım oluşturmalısınız ki, hem hareket etmeye ve sürekli değişen algıya uygun olsun, hem de mutlak hareketsizliği sağlasın ve tatmin etsin. Evet, yapılar hareketsizdir ama işte mimarlık öyle büyülüdür ki, doğası gereği kıpırdayamayan yeri, duygularla ve algıyla müthiş hareketlendirir. Sanırım bu tarafı çekti beni mimarlığın. Yaşantı dediğimiz şey hareket üzerine kurulu, zaten mutlak hareketsizlik ölüm. Onun dışında nesneler hareket etmeseler dahi hayat hareket ediyor. Mimarlık hareket eden ve hareket etmeyeni bir arada tutma becerisidir.”
Üniversite yıllarında İstanbul’un tarihi dokusunda ve kitaplıklarda çok vakit geçirdiğini belirten Tümertekin, “Ya Sultanahmet’te ya Gedikpaşa’daydım. Bir kahvede oturup eskiz yapıyordum. Hiçbir şey yapmam gerekmiyordu, bakıyordum; İstanbul müthiş bir şehir… Ve kitaplıkta çok vakit geçiriyordum. Herhangi bir kitap ya da dergiyi çekip alıyordum ve saatlerce onunla vakit geçiriyordum. Görüyorum ki bunların mimarlığıma çok katkıları olmuş” şeklinde konuştu.
Mimarlık büyük çapta görgü işi.
Coğrafya profesörü olan babasının doktora öğrencilerinden Ergun Gürpınar’a da çok şey borçlu olduğunu sözlerine ekleyen Tümertekin konuşmasına şöyle devam etti: “Ergun Gürpınar bir büroda çalışıyordu. Bir gün, ‘Hocam, bizim büroya gelsin orada vakit geçirsin’ dedi. Gümüşsuyu’nda büroya gittim ve bana, ‘Her şeyini burada bırak, Hilton’a kadar yürü, binalara bak gel’ dedi. Hiç unutmuyorum, apartmandan çıktım, karşımda Japon Konsolosluğu. Bir baktım ne çok şey var; balkon korkuluğunun bağlantısı, saçağın kenarı… O güne kadar görmediğim, hiçbir şekilde kaydetmediğim bir dolu görüntü. Mimarlığa müthiş bir başlangıçtı. Mimarlık büyük çapta görgü işi.”
Yalnız Türkiye’de değil dünya çapında da mimarlardan hep daha hızlı ve daha ekonomik sınırla daraltılmış şekilde proje istenmesi gibi bir gerçek var.
Mimarlığa başladığı dönemde çok ciddi bir siyasal ve ekonomik kriz olduğunu belirten Han Tümertekin, “Şimdi yapılaşma çok arttı. Mimarın toplumdaki konumu o döneme göre daha farklı ve iyi bir yerde. Yalnız Türkiye’de değil dünya çapında da mimarlardan hep daha hızlı ve daha ekonomik sınırla daraltılmış şekilde proje istenmesi gibi bir gerçek var. Mimarlık da her iyi yapılan iş gibi zamana ihtiyaç duyar” dedi.
Çevre, sürdürülebilirlik gibi kavramlar konusunda biraz ‘kantarın topu kaçtı’ diye düşünüyorum.
“Ezbere karşı hep tedbirli olmuşumdur” diyen Tümertekin, “Çevre, sürdürülebilirlik gibi kavramlar konusunda biraz ‘kantarın topu kaçtı’ diye düşünüyorum. Herkesin ağzında bu var. İyi tasarım bir süredir, herkesin bağıra bağıra söylediği bu kavramların hepsini zaten içerir” açıklamasını yaptı.
Mimar Han Tümertekin, Kız Kulesi’nde sürdürülen restorasyon projesiyle ilgili ise şunları söyledi: “Böyle bir yapıyı en az fiziksel müdahale yapılabilir durumda yeniden kullanıma uygun halde düzenlemek, bir mimar için bulunmaz bir nimet. 1940’larda geçirdiği bir yangın sonucu yanmış olan külahı ve kulenin üst kısmı betonarmeye dönüştürülmüş. Betonarme ekler söküldü, adanın dışına taşındı. Şimdi o dönemin özgün hali olan ahşap konstrüksiyonlu kubbesi yapılmakta. Biz mimar olarak ne yapıyoruz? Hatırlarsanız bir dönem Kız Kulesi restoran da içeren bir düzenlenmeye sahne olmuştu. Şimdi gezilen, şehre oradan bakılan bir tür müzeye dönüşüyor. O nedenle de içinde en önemli işlev; ziyaretçilerin dar ve küçük bir hacimli olan kulede gezinti düzenlerinin olabildiğince şehrin tüm açılarından görülebileceği, her noktasına ulaşılabilen bir dolaşım sistemi olan bir tasarım yapıyoruz. Hacim eklenmiyor, zaten kimsenin öyle bir talebi ya da merakı yok. Ziyaretçilerin tekneyle gelip, indikten sonra dolaşacakları, mekanları birbiriyle çelişmeyecek insanları duraksatmayacak şekilde organize etmekle meşgulüz.
Binlerce yıllık bir yapıya dokunmanın, gece uykularınızı kaçırabilecek kadar ağır bir baskısı var.
Fiziksel olarak en üst noktadaki işlemler bitmeden alt noktalara gelinemiyor. Yakında kulenin külah konstrüksiyonu monte edilecek. Bu önemli bir mühendislik çözümü gerektiriyor. Ondan sonra da aşağıdaki kulenin içindeki merdivenin montajı yapılacak. Sanırım önümüzdeki yazın başında tamamlanmış olur.
Binlerce yıllık bir yapıya dokunmanın, gece uykularınızı kaçırabilecek kadar ağır bir baskısı var. Ama bizi rahatlatan şey, herkesin yapılabilecek en doğru ve en iyiyi yapmaya mutlak inandığı ve öyle davrandığını görüyor olmak.”
Mimarın Yolculuğu‘nda Han Tümertekin söyleşisini buradan izleyebilirsiniz.