[Ayın Yorumu] – Enis Öncüoğlu: Sahipsiz Mimarlık

Enis Öncüoğlu

Ayın Yorumu bölümünde Enis Öncüoğlu mesleğin güncel sorunlarını ele alarak yasal, ekonomik, akademik ve pratik çıkmazlarıyla “mimarlığın sahipsizliğine” değiniyor:

Bir mimarın oğlu, diğerinin ise babası bir mimar olarak; mesleğimizin saygınlık, tanınırlık ve haklar anlamında endişe verecek düzeyde işlevsizleştiği ve değersizleştiğini görmekteyim.

Türkiye ekonomisinin lokomotifi olduğu iddia edilen inşaat sektörünün özellikle son 25 senedeki devasa genişlemesine rağmen, mimarlığın hâlen bir yasasının olmaması, bu sektörün baş oyuncularından biri kabul edilen mesleğimizin etkin olmaktan ne denli uzak olduğunun bir kanıtıdır.

Devlet nazarında “mimarlık hizmeti”nin niteliği -en bariz olarak- Kamu İhale Yasası’nda  somutlaşır: Deneyim, standart ve özgünlük gerektirmeyen, diploma almış, oda kaydı olan herkesin icra edebildiği bu meslek için yegâne değerlendirme kriteri; “asgari ücret çizelgesi”nin de altında kalan teklifler içindeki en düşük bedeli önereni tespit edebilmektir. İhaleyi yapan veya ruhsat verecek kurumun beklentileri de toplanan tekliflerdeki gibi en asgari seviyededir: Çizim standartları ve imar mevzuatına uygunluk!

Asgari hizmet bedellerinin katbekat altında fiyatlarla hazırlanan projelerde, ihtiyaç programının ciddi bir şekilde etüt edilmesinin; özgün, verimli mekânsal çözümlerin tasarlanmasının adeta önüne geçilmektedir. Dahası mimarlığın önemli sorumluluklarından biri olan mühendislik ve diğer tasarım disiplinleri ile koordinasyon hizmetleri gibi hayati konular göz ardı edilmekte ve yapının işlevsel ve görsel en önemli tasarım unsurlarından olan sistem detayları gibi incelikler; baştan savma, birbirini tekrar eden, amaca hizmet etmeyen, adeta “uygulama projesi” teslim listesini doldurmak için derlenmiş çizimlerle ikame edilmektedir.

Kamu, “ihale” yöntemi dışında “yarışma” ile nitelikli proje elde etmeye çalışırken de benzer bir zihniyetle hareket etmektedir. Projelerin önem ve ölçeği ile orantılı yeterli kaynak ayrılmadığı gibi, yarışma ilanına çıkmadan önce gerekli mesaiyi harcamayarak, uzmanlara danışmayarak, amaca uygun ihtiyaç programını tespit etmeyerek, bu konuda deneyimli jüri üyelerini belirlemekten aciz davranarak ve en önemlisi seçilen projeyi de uygulamaya geçirmeyerek bu süreci de -her türlü iyi niyete rağmen- kaynak israfına çevirmiş durumdadır.

Neticede, mimarlık mesleğindeki değer kaybı, Ali Ağaoğlu reklamında “Bu olmamış, bu olmamış, bu ise hiç olmamış” tiradı ile paftaların etrafa saçılması değildir. Bir inşaat firmasının, reklam ajansının mimarları bu şekilde karikatürleştirmesi sadece bir sonuç ve maalesef zamanın hoyrat ruhudur.

Sadece yasa, düzenleme ve mevzuatlardaki hatalarla özetlenemeyecek meselelerle beraber, art arda yaşanan politik, sosyal ve tabii ki ekonomik krizler de mimarların mesleklerini hakkıyla icra etmelerini zorlaştırmaktadır.

Ofis sahipleri, çalışanlarının emeğinin karşılığını verememenin sıkıntısını yaşamakta, dövize endeksli mesleki her türlü yazılımın maliyeti altında ezilmektedir. Öyle ki, kimi yazılımların aylık abonelik bedelleri bile orta seviyede maaş alan bir mimarın aylık ücretinin üstündedir.

Hayatını sadece mesleğini icra ederek kazanan her kademede mimar, ay sonunu getirmekte zorlanmakta; ev kirası, faturalar, okul taksitleri, kredi borçları gibi sıkıntıları, tüm ülke ile birlikte paylaşmaktadır. Günlük hayatın bu streslerini derinden hisseden meslektaşlarımızın, tasarım süreçlerinde hem yaratıcı, hem verimli ve hem de derviş meşrep bir eda ile kamu yararını kendi temel ihtiyaçlarının önüne koymasını beklemek ise çok da gerçekçi değildir.

Büro sahibi olan mimarlar ise vaktinin -neredeyse- %70’ini tahsilat peşinde koşmak ve her gün değişen koşullarda yeni projeler bulup, yer almak için harcamaktadır. Bahsi geçen “değişen” koşullar hem kamu, hem de özel sektör tarafından mimarların emeğinin sömürülmesi esasında dayanmaktadır. Kamu kurumları bile mimarları sözleşmesiz çalıştırmaktan imtina etmediği gibi hakedişlerini de aylarca, senelerce geciktirebilmektedir. Bu olumsuz koşulların doğal bir neticesi olarak adliyeler, hiçbir dönemde olmadığı kadar, mimarların hak arayışını konu eden davalarla meşguldür.

Maalesef bu örnekleri ziyadesiyle çoğaltmak mümkün, ama bir an önce harekete geçilmezse bizden sonraki nesle bırakılacak mirasın bugünkünden de değersiz olacağı aşikârdır.

Değindiğimiz meselelere dair bu kısa analizin perspektifinde, üç önemli konu öncelik kazanmaktadır.

En çabuk sonuç verecek icraat yasama merkezli hususlardır. Mimarlık Yasası’nın düzenlenmesi ve Kamu İhale Yasası’nın “Mimarlık Hizmeti” tanımına göre yeniden kurgulanması kentlerimizi niteliksiz, düzensiz ve duyarsız yapılaşmadan kurtarmak yönünde atılacak önemli bir adımdır.

Tabii ki bir diğer husus da akademik eğitimin güncellenerek, mimarlık pratiğinin ihtiyaçları, güncel teknolojik altyapı ile uyumlu bir müfredatın elbette meslek kuram ve tarihi de gözetilerek aktarılmasıdır.

Mimarlık pratiğindeki, mimarlık hizmeti ve müelliflik hakkı ayrımı belirginleşmeli. Mimarlık hizmet yetkisi için diploma yeterli iken, müelliflik hakkı ise diploma sonrası elde edilen deneyim, yeterlilik sınavları gibi düzenlemelerle hak edilmelidir.

Bu şartlar değişmediği takdirde mimar; müşavir firmaların gölgesinde, bir bilgisayar operatöründen farkı olmayan, rant beklentisi altında ezilen, niteliksiz  ve duyarsız fiziki çevrenin üretim bandındaki sektör işçisi olacaktır. Günümüzde her ilde açılan birçok üniversiteden mezun edilen genç ama işsiz mimarların göz ardı edilmesi politikasının altında yatan sebep de global kapitalizmin, inşaat sektörünün ucuz insan kaynağı olarak mimarları belirlemesidir.

Mimarlık, maddi kazanç için de yapılan bir meslektir. Bu devirde, asgari ekonomik şartları bile sağlanamazken, mimarlığa ulvi anlamlar yüklemeye çalışmak beyhude ve romantik bir tepkiden ileri değildir. Her türlü kişisel ve kurumsal çaba ile bu değer erozyonunun önlenmesi mimarlığın birincil önceliği olmalıdır.

Tüm meslektaşlarımın ilgisine arz ederim, saygılarımla…

Enis Öncüoğlu, Mart 2022