[söyleşi]: Yeni Evcil(l)ik Halleri: Mobilya Meselesi

Avşar Gürpınar ve Cansu Cürgen

Sergi küratörleri Avşar Gürpınar ve Görkem Özdemir, tasarımcıları Cansu Cürgen ve Merve Bedir ile Hollanda Tasarım Haftası kapsamında 22-30 Ekim arası Eindhoven Temporary Art Center’da sergilenen “Yeni Evcil(l)lik Halleri: Mobilya Meselesi” üzerine konuştuk.

Önce Salt Galata sonra Hollanda Tasarım Haftası’nda sergilenen ‘Yeni Evcil(l)lik Halleri: Mobilya Meselesi’ adlı proje ve serginizi gündeme getiren mobilya tasarımına dair tarihsel ve güncel durumlardan bahsedebilir misiniz?

Avşar Gürpınar: Sergiyi teorik ve pratik anlamda besleyen farklı kaynaklar var. Aslında bir yandan Türkiye’de Mobilya Meselesi üzerine düşünmenin tarihini çok daha eskiye götürmek mümkün. Serginin ve tartışmanın isim babası olarak kabul edebileceğimiz Zeki Sayar’ın 1950 yılında Arkitekt dergisine yazdığı yazı bu anlamda bir milat olarak kabul edilebilir. Sayar diyor ki: “İyi mobilya temini, bilhassa bizim memleketimizde hemen hemen imkansızdır. Çünkü mesken davası gibi mobilya meselesi de bizde, tamamen bakir bir haldedir. Memleketimizde, rahat, sağlam ve zevkli mobilya yapılamıyor. Yerli mobilyalarımız, hiç de tatmin edici değildir.”

Daha da geriye gitmek gerekirse yine Arkitekt dergisinde 1931 yılında yayınlanan “Binanın İçinde Mimar” makalesinde Mimar Abdullah Ziya da hem konutun hem mobilyanın nasıl planlanması ve kullanılması gerektiğini gündelik hayatın detaylarına varıncaya kadar tarifler; hem de kendi tasarım kararlarının ev hayatı tahayyülleri üzerinden nasıl şekillendiğini anlatır: “Metruk bir usul olan yatağın yanına küçük bir dolap -komidin-koymak şekli doğru değildir. Çünkü kapaklarını açıp içinden bir şey almak için muhakkak yataktan çıkmaya mecbur oluruz.”Yeni Evcil(l)ilk Halleri: Mobilya Meselesi

Öte yandan ev içerisine hareketli bir nesne olarak mobilyanın girişi ise bu coğrafyanın asırlar boyu pratik ettiği barınma kültürü düşünüldüğünde oldukça yeni -150 senelik- bir olaydır. Çok uzun yüzyıllar göçebe bir hayat yaşayan ve mobilyanın konuttan bağımsız düşünülmediği bir toplumdan bahsediyoruz. Dolayısıyla hakim paradigmayı sofalı ev planları, yerde oturmak, yerde yemek yemek, yerde yatmak, duvara bitişik bir iskelet üzerine kurulmuş oturma birimleri, duvarların içerisine gömülü raf, dolap ve diğer depolama sistemleri oluşturuyor.

Avrupa tipi diyebileceğimiz ilk mobilya Türkiye’ye İstanbul’dan, Dolmabahçe Sarayı (1855) için bir kısmı yerel olarak üretilen mobilyalar ile girse de, mobilyanın duvardan ayrılarak -yapıdan koparak- evin içinde tekil bir eşya haline gelmesi için yaklaşık yetmiş sene daha beklemek gerekecekti. Dolayısıyla hem bu coğrafyada mobilya tasarımının olağan dışı ve kendine has bir tarihe sahip olduğunu, hem de tasarım bağlamında oldukça yeni bir pratikten bahsediyor olduğumuzu söyleyebiliriz.

Pratikte ise özellikle Emilio Ambasz’in 1972 yılında MoMA’da düzenlediği “Italy: The New Domestic Landscape” sergisi ciddi biçimde incelediğimiz ve örnek aldığımız öncü bir çalışma, dolayısıyla bunun serginin kurgulanışında önemli bir yere sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra ikisi de bu sene düzenlenen Venedik Bienali ve Milano Trienali’nde görmüş olduğumuz bazı çalışmalar da (özellikle Bienal’deki İngiltere pavyonu ve Trienal’deki Stanza sergisi) ev ve evcillik meselelerinin yeniden kritik bir önem kazanmaya başladığını olumlar nitelikte.Yeni Evcil(l)ilk Halleri: Mobilya Meselesi

Herhangi bir konutu yuvaya çevirip kişiselleştiren en önemli faktörlerden biri şüphesiz mobilyalar. Belki de bu mobilyalar, sizin tabirinizle bizlerin ‘evcil(l)ik halleri’ni belirliyor. Gerçekleştirdiğiniz sergi bu konuyu nasıl ve hangi açılardan ele alıyor?

AG: En baştan itibaren düşüncemiz  şuydu: Mobilya; konvansiyonel arketipler yerine, en genel anlamı ile ‘işlev sunucu’ (fr. fourniture) ya da ‘hareket ettirilebilen barınma mekanı nesnesi’ (lat. mobile) olarak ele alındığında forma ve işleve dair gerçek olasılıklarını ortaya çıkarır.

Mobilya sektöründe gözlemlediğimiz, Abdullah Ziya’nın ya da Zeki Sayar’ın değindiği birçok soru ve sorunun varlığını sürdürdüğü idi. Mobilya konusunda tabii ki bir genelleme yaparak sektörü itham etmek çok yanlış olur. Çok saygın tasarımcı ve şirketler tarafından, rahat, sağlam ve zevkli mobilya tabii ki tasarlanıyor ve üretiliyor; ancak bu mobilyanın toplumun geneline, insanların gündelik hayatına ne kadar nüfuz edebildiğini de tartışmamız gerekiyor.

Bir yandan da akademinin bize sağladığı görece özgürlük alanı içerisinde mobilyayı bir araştırma sürecinin fiziksel tezahürü, tartışma başlatıcı, ticari kaygıların kategorizasyon baskısından azade eşyalar olarak ele almak da oldukça özgürleştirici oldu. Bu bağlamda kendi kendini yetiştirmiş bir tasarımcı olarak Adnan Serbest’in stüdyo içerisindeki varlığı mobilya konusunda bazı ufak ama kritik meselelerin -malzeme seçimi ve üretim yöntemleri, stil, piyasa etkileri vb.- tartışılması için iyi bir ortam hazırladı. Projenin final jürisinde bile halen üzerinde mutabakata varamadığımız ama bizi son derece heyecanlandıran konular vardı.

“Projeyle ilgili en fazla heyecanlandığımız kısımlardan biri, ortaya çıkacak mobilyaların dijital görselleştirmeler yerine, 1:1 ölçekli işleyen prototipler olarak sunulması fikriydi.”

Projede İstanbul’daki endüstri öncesi, endüstriyel ve endüstri sonrası üretim deneyimlerinden de faydalanılmış. Bu deneyimler sergi hazırlığına nasıl yansıdı?

Görkem Özdemir: Pre-endüstriyel üretim metodları mevcut mobilyaların tipolojik araştırması sırasında; divan, peyke, terek gibi örneklerde incelendi. Günümüzde gerek ince ahşap işçiliği yapan marangozların sayıca azlığı, gerek yekpare ahşap malzemenin kullanılmasının bir lüks olması; ürünlerin ahşap çıta ve kontraplak gibi levha malzemelerle üretilmesinde büyük rol oynadı.

Projeyle ilgili en fazla heyecanlandığımız kısımlardan biri, ortaya çıkacak mobilyaların dijital görselleştirmeler yerine, 1:1 ölçekli işleyen prototipler olarak sunulması fikriydi. Bu prototiplerin oluşmasındaki süreç, daha küçük ölçekli maketlerin mimarlık fakültesi bünyesinde bulunan üretim atölyesinde imal edilmesiyle gelişti. Öğrenciler, atölye ustamız Rahman Çelebi’nin de yardımlarıyla burada bulunan konvansiyonel elektrikli takımların ve bilgisayar destekli üretim metodlarını deneme ve sınırlarını zorlama fırsatı buldu. Çoğu ürün tamamen bu atölyede, öğrencilerin kendisi tarafından üretilmesine karşın, birkaç mobilya daha niş olan endüstriyel üretim yöntemlerini -örneğin çok eksenli metal büküm- kullanarak finalize edildi.

“Bugünün şartları içerisinde bir öğrenci projesinin üniversitenin kapısından dışarı çıkması bile oldukça güç.”

Yeni Evcil(l)ik Halleri, uzun süre sonra yurt dışında sergilenen ilk öğrenci sergisi olma özelliğini taşıyor. Serginin bu kadar büyük bir platforma taşınması nasıl gerçekleşti?

Cansu Cürgen: Bunun aynı zamanda İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin de ilk uluslararası sergisi olduğunu belirtmek gerek. Okul dışından bir firma ya da kurum sponsorluğu olmadan, tamamen üniversite kaynaklarıyla gerçekleştirilmiş olmasını da, bu projenin bir dönem sonu sergisi olarak kalmaması için harcanan yoğun emek ve iş yükünü düşündürmesi açısından önemli görüyorum. Okul dışında sergilenmesindeki ilk aşama, geçtiğimiz yaz işlerin SALT Galata’da hem kullanım hem de ziyarete yönelik yerleştirilmesiyle gerçekleşmişti. Mekanda bulunduğu kısa fakat etkileşimin oldukça yoğun olduğu bu deneyim, hem yürütücülere hem de öğrencilere cesaret vermiş olacak ki böylece yurtdışında sergileme niyetiyle daha büyük bir sorumluluk ve inisiyatif alındı. Merve ve benim dahil olduğumuz bu ikinci aşama ise, serginin Hollanda Tasarım Haftası’na kabul edilmesiyle başlıyor. Avşar, Görkem ve öğrenci-tasarımcılardan oluşan çekirdek ekibe biz de sergi mekanına yerleşim ve sergi tasarımı işlerinde destek vermek üzere eklendik.

Merve Bedir: Yeni Evcil(l)ik Halleri’nin yurt dışına gitme ihtimalini proje ekibi ile SALT Galata’daki Göçebe Mekanlar sergisi açılışında konuşmuştuk ilk kez. Projeye de bu aşamada dahil oldum. Benim açımdan Yeni Evcil(l)ik Halleri’nin Eindhoven’a gitmesinde Göçebe Mekanlar araştırmasının İstanbul’da sergileniyor olması bir esin kaynağıydı. Bu sergide göç, geri dönüş, aidiyet ve gündelik yaşam gibi meselelerin birlikte iç mekanları, mobilyaların kullanımlarını ve yerleştirilme biçimlerini nasıl etkilediğini gördük. Yeni Evcil(l)ik Halleri projesinde de öğrencilerimizin değişen yaşam biçimlerini ve ev hallerini mobilyalarla nasıl yorumladıklarını görüyoruz. Örneğin “Diva”nın tasarımı bir yandan oturma, yatma, yaşama, çalışma gibi işlevlerin tümüne esnek kullanımlı alan sağlayacak bir peyzaj önermesi olarak, bir yandan da gündelik hayatımızda, ofiste ya da evde aynı pozisyonu uzun zaman koruma halimize karşı bir meydan okuma olarak yorumlanabilir. Bunun yanında örneğin “Hello Kitty” tam bir “airbnb” evi mobilyası olarak karşımıza çıkıyor.

Yeni Evcil(l)ik Halleri, Hollanda Tasarım Haftası süresince Eindhoven’da TAC’de (Temporary Art Center) sergilendi. Mekanda sergilenen diğer ürünler bir üretim kavramının ya da yönteminin sonucu olarak tek bir obje ya da objeler biçimindeydi. Bu açıdan bakınca Yeni Evcil(l)ik Halleri sadece bir ürün değil kullandıkça değişebilen bir mekan tahayyüllü sunuyordu. Bunun ziyaretçilerin ilgisini çektiğini düşünüyorum.

Frames
Frames

AG: Bugünün şartları içerisinde bir öğrenci projesinin üniversitenin kapısından dışarı çıkması bile oldukça güç. Dolayısıyla mümkün olan tüm olasılıkları zorlamak istedik. Projeden çıkan mobilyanın tamamı önce üniversite içerisinde tanımladığımız mini-yaşam alan konfigürasyonları ile sergilendi, daha sonra bir kısmı SALT Galata’ya bir hafta boyunca kullanıma açık bir şekilde yerleştirildi. Bu iki deneyimden edindiğimiz bilgi ve tecrübe ile en başından itibaren hedef olarak belirlediğimiz, uluslararası bir tasarım etkinliğine katılmak için çalışmaya başladık. Hollanda Tasarım Haftası’na paralel olarak aynı projeden çıkan üç mobilya da Türkiye Tasarım Haftası’ndeki akademik sergide yer aldı.

Yeni Evcil(l)ik Halleri’nin sergi sürecinde olabildiğince profesyonel bir şekilde çalışmaya özen gösterdik. Ürünlerin çevresinde yaratılan evcil ve davetkar hal ile kavramsal çerçeve onların dokunuşlarıyla gerçekleşti diyebilirim. Sergilenecek ürünlere mutlaka eşlik etmesini istediğimiz, mobilya meselesini inceleyen çalışmayı kitaplaştırmak, sergi posterlerini, ürün kartpostallarını hazırlamak gibi farklı beceri setleri gerektiren çok sayıda kalemi öğrencilerimizle birlikte hazırladık. Öte yandan bunun konvansiyonel bir ‘dokunmayın/oturmayın’ mesajı vermemesi en büyük arzumuzdu. Hem tasarım ekibi hem de öğrenciler planlama, grafik tasarım, yerleşim, baskı ve hatta işin en zor kısmı olan paketleme ve nakliye gibi sürecin tüm aşamalarında etkin olarak görev aldılar. Zaten böylesi bir angajman olmadan bu serginin gerçekleştirilebilmesi mümkün olmazdı.

Diva
Diva

Sergi süresince Hollanda’daki ve Türkiye’deki ziyaretçilerden nasıl tepkiler aldınız? Bizimle paylaşabileceğiniz ilginç hikayeler var mı?

CC: İçinde bulunduğumuz TAC (Temporary Art Center) Hollanda Tasarım Haftası’nın önemli sergi ayaklarından biriydi, dolayısıyla da trafiği oldukça yoğun bir mekan. Hal böyle olunca, mobilyaların sergi süresince kullanılmasına teşvik etmenin işe yaradığını düşünüyoruz. Soluklanmak için ya da kahvesini alıp gelenleri, bilgisayarını açıp çalışanları uzanıp biraz kestirenleri görmek, sadece sergi gezenlerden çok daha heyecan verici oldu. Birebir kullanıcı deneyiminden öğrencilerin ve bizlerin de çok şey öğrendiğini söyleyebiliriz. Sergi tasarımında kullanılan Zeki Müren’li görseller de ayrıca ilgi topladı. Mobilyalarda dinlenenler onun evcillik hikayesini, sözgelimi evini tematik biçimde ve sıklıkla nasıl yeniden dekore ettiğini dinledi.

MB: Bazı mobilyalarla özellikle çocuklar çok ilgilendi. Onların işlerle nasıl oynadığını seyretmek çok keyifliydi. Eindhoven Tasarım Akademisi tasarım bölümü profesörleri ve Jan Boelen sergilenen ürünlerle ilgilendiler. Sergi kapandıktan sonra Yeni Evcil(l)ik Halleri Nicoline Dorsman ve Peter van Casteren tarafından Eindhoven Tasarım Akademisi’ne davet edildi ve şu anda orada kullanılmaya/sergilenmeye devam ediyor. Bu da beni ayrıca çok mutlu etti. Bilgi Üniversitesi’nden arkadaşlarıma beni bu işe dahil ettikleri için teşekkür ederim.