[söyleşi]: “Anlatılacak Çok Fazla Hikayenin Olduğunu Fark Ettik”

Burak Altınışık, Neslihan Şık ve Işıl Uçman Altınışık

SALT Mimarlık ve Tasarım Arşivi Cengiz Bektaş programında araştırmacı olarak görev alan Işıl Uçman Altınışık ve Burak Altınışık ile Türkiye’de arşivleme ve Mimar Cengiz Bektaş üzerine konuştuk.

Türkiye’de bir mimarlık müzesi yok ve arşivleme konusunda bir eksik olduğunu biliyoruz. Sizce bu neden?

IA: Yapılan çalışmaların ve çalışmalara ilişkin dokümanların genellikle tasniflenmeden bir arada tutulduğu özel veya tüzel kişi arşivlerinin varlığından söz edilebilir. Bunların kamusal alanla paylaşılabilmesi için elbette ki bir seçme, sınıflandırma ve düzenleme sürecinin çalışması gerekir. Bu sürecin var ve görünür olabilmesi  için de “mekȃn” gerekir; yani sanal ya da fiziksel bir karşılaşma ortamı. Müze bu karşılaşma ortamlarından sadece birisidir. Bu anlamda sorun sadece bir müze problemi olarak da görünmüyor. Diğer mekȃnsal ortamların da bu anlamda eksikliğinden veya yeterince var ve erişilebilir olmayışından bahsedilebilir sanırım. Bu anlamda SALT Mimarlık ve Tasarım Arşivi ve benzeri karşılaşma ortamları sadece kültürel imalatların kaydının tutulduğu,  muhafaza edildiği ortamlar olarak değil, bu imalatların yeniden düzenlendiği, üretildiği ve çeşitli karşılaşmalara açıldığı ortamlar olarak önemli.

BA: Bu soruya hızlıca cevap vermek pek mümkün değil sanırım. Daha doğrusu bu şekilde verilecek cevaplar, benim açımdan kişisel gözlemlere bağlı spekülatif nitelikte olmak durumunda. En basit haliyle önceki kuşaklar arasında bu yönde bir ilginin oluşmamasından söz edilebilir. Kuramsal ve kurumsal zemini pekleştirecek bir ortamı besleyecek aktörlerin azlığı ya da temassızlığından dem vurulabilir belki. Mimar aktörlerin varsa kendi biriktirdiklerini ne kadar önemseyip önemsemedikleri, vefatlarından sonra ailelerinin bu birikimleri ne kadarını saklayıp saklamadıkları, buna yönelik imkanların varlığı, yokluğu, sürdürülüp sürdürülemediği, sahaflar, kütüphane bağışları, müzayedeler, koleksiyonerler vs. gibi aktarım vasıtlarına bakmak gerekiyor herhalde. Işıl’ın dediği gibi müze söz konusu aktarımların tasniflenip düzenlenerek görece paylaşıma açılan biçimlerden biri. Ancak bu paylaşımın da sınırlı olduğunu belirtmek gerekiyor. Dijital arşivlemenin ve erişime açmanın bilginin yatayda işlenişi ve yayılımı açısından daha özgürlükçü olduğunu düşünüyorum.

Sokak gezileri boyunca izlediğimiz yapılı çevre içinde “Cengiz Bektaş Yapıları” bir toplam olarak birikmeye başladı.

Bu eksiği kapatmak amacıyla SALT Araştırma önceden beri çalışmalar yürütüyor. Sizin onlarla yolunuzun kesişmesi nasıl oldu? Bu çalışmaya davet edilen araştırmacılar olarak siz de arşivleme sürecinin bir paydaşısınız. Bu arşivlemeyi yaparken karşılaştığınız zorluklar neler? Kaynaklara nereden ulaşıyorsunuz?

IA: Bu noktada bu projenin oluşumundan bahsetmek bizim için önemli ve anlamlı olur. Burak ile birlikte Denizli’ye olan hayat yolculuğumuz yeni bir karşılaşma ortamı ve kent gündemi oluşturdu. Bu gündemi takiben yaptığımız sokak gezileri boyunca izlediğimiz yapılı çevre içinde “Cengiz Bektaş Yapıları” bir toplam olarak birikmeye başladı. İzlenimlerimiz üzerine yaptığımız sohbetler belli bir ritimden sonra kendi sınırlarını aşmaya başladı. Konuyu Türkiye modernleşmesi, gündelik hayat ve mimarlık sosyolojisi arakesitinde araştırmalar ve çalışmalar yapan Erhan Berat Fındıklı ile  paylaşmaya başladık. Hep birlikte sorular sormaya başlayınca, yapmakta olduğumuz işin kendi düşünce-tartışma-paylaşma ortamımızın  dışına çıkmakta olduğunu gördük (bu ortamı tanımlamak gerekirse yemek sonrası mutfak masası sohbetleri, instagram facebook paylaşımları, Berat ile olan telefon görüşmeleri gibi). Konunun bir tartışma mekȃnının olması noktasında hemfikir olunca;. bir araştırma, tartışma ve ifade etme platformu olarak ilk aklımıza gelen SALT’la, program yürütücüsü olarak Meriç Öner’le, niyetlerimizi paylaştık., SALT’ın zaten Cengiz Bektaş Arşivi üzerinde çalışmakta olduğu bilgisi ve motivasyonuyla bir projeye böylelikle dönüşmüş oldu. Bu noktada gündelik hayat içinde beliren merak ve soruları kamusal alana açan SALT’a ve onu destekleyen Kalebodur’a sizin aracılığınızla da teşekkür ederiz.

BA: Denizli’ye gittiğimizde en başta bu kentteki yapılarla ilgili bir envanter olup olmadığını merak ettik. Belediye’ye gittik; ama bir arşiv bulunmadığını öğrendik. Zaten orası da karışıktı: Denizli daha yakın zamanda ‘büyükşehir belediyesi’ ünvanı aldığından şehirdeki adreslerden ilçe belediyelerin durumlarına kadar bir karmaşa var. Önceden var olan Merkezefendi Belediyesi’yle diğer küçük belediyelerin birleştirilmesiyle Denizli Belediyesi, bununla Kınıklı’nın birleştirilmesiyle de Büyükşehir Belediyesi elde edilmiş. Tüm bu büyütme ve paketlemeler sırasında belediyelere ait belgeler oradan oraya taşınırken yollarda kaybolan, atılan veya yananlar olmuş. Bize de açıkçası arşivin olmadığı söylendi. KUDEB’e bakabiliriz dedik ama onlarda da fazla bir şey olmadığını öğrendik. Kuruluşu 1876 yılına tarihlenen bir belediye teşkilatının arşiv biriktirememiş olması düşündürücü.

Dolayısıyla, görünürdeki Cengiz Bektaş yapıları üzerine kafa yormaya başladık, çünkü kendisinin yapıları ağırlıklı olarak merkezde olduklarından ve aktif olarak kullanıldıklarından oldukça görünürler. Dolayısıyla etkileri sürmekte. Babadağlılar Çarşısı o kadar yıpranmasına ve kötü kullanılmasına rağmen yaşayan ilginç bir mekȃn. 70’lerden beri yaşayan, canlı bir yer. Bundan sonra Işıl ve Meriç’in iletişime geçmesiyle arşiv fikri gelişti. SALT’ın o günlerde online erişime açtığı kısmi arşivi incelemeye başladık. Yapıların çoğunu bulamadığımız, fabrikaları vs. göz önünde olmadığı için “neler varmış, hangi yapıları buradaymış” sorularından ilerledik. O zaman burada anlatılacak çok fazla hikayenin olduğunu fark ettik. SALT da bizi destekleyeceğini bildirdikten sonra arşivleme üzerine kafa yormaya başladık.

Işıl Uçman Altınışık
Işıl Uçman Altınışık

SALT’ta gerçekleştirdiğiniz söyleşide genel bir izlenim olarak, çok sayıda yazılı metin üretmiş olan Cengiz Bektaş’ın kendi yapıları üzerine oldukça az yazan ve konuşan bir mimar olduğunu söylediniz. Bunu biraz açabilir misiniz?

IA: Cengiz Bektaş, şiir, deneme, çeviri, eğitim, araştırma içeriklerinin toplandığı çok sayıda metin kaleme almış; konut, sanayi, ticari, turizm, kamu yapıları ile çevre düzenlemeleri gibi birçok mimari projeye imza atmış bir aktördür. Kendisini bazen ozan-mimar-yazar, bazen de yüksek mühendis-mimar olarak tanımlar. Bu tanım aldığı eğitim ve kişisel ilgi ve etkileşim alanları boyunca beliren diğer deneyimleri ile şekillenir; Cengiz Bektaş Mimarlık İşliği’nde de kurumsallaşır.Bu kuru(lu)m Türkiye Cumhuriyeti modernleşme hareketlerini, arkeoloji, sanat tarihi, sosyoloji ve  edebiyatı, mimarlık  etkinlik alanları ile ilişkilendirerek izler. Bu anlamda, Bektaş Mimarlık İşliği’nin sözünü büyük ölçüde, “yerellik”, “Anadoluluk”, “humanizm” gibi savlar belirler. Söz konusu savlar aracılığıyla, hem ulusal tarihe hem de Antikite’nin çoğul tarihine bağla(n)ma çabalarıyla karakterize olan bir anlatı ve bir anlatma biçimi üretilir. Mimarlık alanı içinde veya dışında, çocuk-yetişkin herkese hitap edebilmeyi hedefleyen bu anlatı, Bektaş Mimarlık İşliği’ nin ürettiği mimarlıkları neredeyse hiç konu etmez. Bektaş mimarlığı ise, bu anlatı ile mekȃnsal anlamda belirli yapım vurguları oluşturacak biçimler dağarcığı sergiler. Eğrisel planlı çevre ve iç mekȃn düzenlemeleri, bir yay çizgisini takip eden beton kolonlar, bant pencereler, alçak su kanal ve havuzları, mozaik panolar, çakıltaşı eşikler hemen akla gelebilecek olanlarıdır. Dolayısıyla kurduğu metinsel anlatı ile mimarlığı arasında bir ilişkiden rahatlıkla söz edilebilir, ancak kendi mimarlığı üzerine konuşarak gelişen bir anlatı da değildir söz konusu olan. Bu boyutuyla da ayrı bir tartışma konusu olarak bir gündemin oluştuğunu ve planlanan etkinlik programları süresince üzerine hep birlikte düşünmek istediğimizi  söyleyebiliriz.

Bu süreçte biz böyle bağları ortaya çıkarabilmeyi amaçlıyoruz.

BA: Hazırlanmış iki tez var Cengiz Bektaş Mimarlığı ile ilgili. Biri Gazi Üniversitesi’nde Özlem Aksu’nun hazırladığı “Yerel Kültür ve Mimarlık İlişkisi: Cengiz Bektaş Örneği” yüksek lisans tezi. Tezin ekinde 2007 yılında Bektaş ile Kuzguncuk’taki ofisinde Özlem Aksu’nun kayda aldığı bir söyleşi var. Diğeri de ODTÜ’de Selda Bancı’nın hazırladığı 1950-1980 aralığındaki Mimar Oto-Monografileri ile ilgili doktora tezi (Printed Architectures: Architects’ Auto-Monographs in Turkey, 1950s-1980s). Bu tez Seyfi Arkan, Haluk Baysal-Melih Birsel, Altuğ-Behruz Çinici, Doğan Tekeli-Sami Sisa, Şevki Vanlı, Cengiz Bektaş, Turgut Cansever ofislerinin girişimleriyle hazırlanmış monografilere odaklanıyor. Tezde ele alınan monografide örneğin Cengiz Bektaş’ın hiçbir zaman yapılarını anlatmadığı geçiyor. Bitmiş ürünü tanımlamıyor, hiçbir referans vermiyor. Sadece süreçleri nasıl gelişti, kimlerle çalıştı, kimleri davet etti gibi daha çok insan ilişkilerini içeren kısımlarını anlatıyor. Projelerin planları vs. basılı ama bunlar üzerine hiçbir zaman konuşmuyor mesela, kitabında da konuşmamış. Bu 70’lerden bu yana gelen bir alışkanlık, nostaljiyle yapılan bir şey değil. Bu kanalı doğrudan kurmuş kafasında: hiçbir zaman yapısını açıklamıyor, konu etmiyor yani. Sanki kuramla hiç ilgilenmiyorlarmış gibi bir profil çiziliyor, ama söyleşiler gibi ortamlarda öyle olmadığı görülüyor. Mesela bu Halk Yapı Sanatı meselesiyle alakalı olarak Bernard Rudofsky’nin “Architecture Without Architects” başlıklı, bizim öğrenciliğimiz sırasında da çok referans verilen bir kitabı vardı. Cengiz Bektaş’ın bir söyleşisinde 1964’teki Rudofsky sergisine referans veriyor, onu biliyor. Büyük ihtimalle ondan da etkilenmiş olabilir, zihninin bir köşesine atmış o fikri. 1974’te, o sergiden 10 sene sonra, Ankara’da Halk Yapı Sanatı sergisini açıyor; ama bunun üzerine çok fazla bilgi yok. Bu süreçte biz böyle bağları ortaya çıkarabilmeyi amaçlıyoruz. Bir yerde de sağ-sol meselelerinden dolayı sinirlenip sergiyi geri çektiğini okudum. Ama neden çekti? Ne kadar kaldı o sergi? Yoksa sergi yapılamadı mı? Böyle sorular da var açılıp üzerine konuşulması gereken.

Bir düşünme mecrası olarak kavranmadıkça ister elle şaheserler yaratın ister bilgisayar ortamında virtüöz olun pek bir önemi yok gibi görünüyor.

Birer akademisyen olarak Cengiz Bektaş’ın mimarlık eğitimine üzerine düşüncelerine katılıyor musunuz? Sanat eğitimi ve elle çizim mimarlık eğitiminin bugün ne kadarını kapsamalı?

BA: Eğitim meselesini tek bir kalıba indirgemenin pek bir anlamı yok. Bu alanın bir biçimde içinde olan herkesin kendi formasyonu var. Kimisi edindiği biçimlere sıkı sıkı tutunur, kimisi o formasyona tepkiyle ya da edindiklerinden kurduğu perspektiflerle başka ilgilere yönelir. Bu deneyimleri aktarmanın mecrası eğitim bir yanıyla. Aktarılanları alımlayanların da ilişki ve ilgi biçimlerine göre bunların bir karşılığı olur ya da olmaz. Bu karşılık meselesi de anlık bir sonuç değil neticede. Yıllar sonrasında geriye dönük olarak etki ilişkileri kurmak, anlamlandırmak mümkün. Eğitim denen süre ve süreçleri belki de maruz kalanların zihinsel mesailerini eşzamanlı ya da artzamanlı bir şekilde meşgul edecek, kurcalayacak karşılaşmalar olarak tanımlayabiliriz. Böyle düşünüldüğünde formel ve enformel her türlü karşılaşma eğitim adı verilen paketin bir içerik olarak kişiselleşmesine imkan veriyor. Eğitimin bir bileşeni olarak Cengiz Bektaş’ın yaz okullarını da bu çerçevede düşünmek anlamlı olabilir. Bektaş’ın söylemlerinden bağımsız olarak belirli bir fiziksel çevre üzerine odaklanmak, yerinde düşünmek, tasarlamak, başka kültürel gruplarla bir arada olmak bir şekilde orada bulunan zihinlerde öyle ya da böyle bir dizi kayıt oluşturuyordur. Bu kayıtların ileride ne tür etkiler üretebileceği o zihinlerin ilgi ve mesailerine bağlı bir durum.

Elle çizim meselesi ise ne yabana atılacak ne de kutsanacak bir performans. Bir düşünme mecrası olarak kavranmadıkça ister elle şaheserler yaratın ister bilgisayar ortamında virtüöz olun pek bir önemi yok gibi görünüyor. Bu mecralar içine doğduğumuz kültürel ortamın içindeki yaygınlıklara bağlı kendileştirmelerle anlam kazanıyor. Kalem-kağıt ilişkisi bir nesil için vazgeçilmezken, bir başka nesil için daha başka teknolojiler vazgeçilmez ya da olağan hale geliyor. Mesele bunlarla ne tür ilişkiler kuruyoruz, beceriler geliştiriyoruz vs. ile ilgili. Her bir mecranın kendi sınırları, avantajları, dezavantajları var. Zihin-el koordinasyonu, hafızası başka biçimlerde çalışan iki imkan-mekȃn.

Sanat eğitimi deskriptif bir hayranlık üretmek dışında düşünce tarihinin bir bileşeni olarak ele alınabilecekse çeşitli ilgiler, bağlar kurulabilir. Öteki türlüsü zaten kişisel olarak toplumsal hayat içinde bir şekilde edinilebilen bir ilişki hali.

IA: Her şeyden önce eğitim sadece kurumsal olarak gerçekleşen bir edim değil. Bu anlamda “diğer deneyimler” kişilerin ve toplumların kendi etkinlik ve ifade alanlarını oluşturmalarında kurumsal eğitim kadar önemli. Ayrıca bu iki kategoride kendi içinde çoğaltılabilir ve ne kadar çoğaltılırsa o kadar iyidir. Mimarlık eğitim alanı içinde yer alan “Cengiz Bektaş Yaz Okulu”, “diğer eğitimler” anlamında değerlendirilebilir; içeriğini “yerellik” kavramı belirler. Cengiz Bektaş’ın Mimari Stüdyo’lara getirdiği “yer”le tam olarak kurul(a)mayan ilişkinin, o yerin içinde vakit geçirerek, orayı izleyerek, koklayarak, orayı ve mimarlığı birlikte düşünme etkinliği olarak değerlendirilebilir. Bu etkinliğin önemli bir kısmını elle yapılan çeşitli üretimler oluşturuyor; bazen bir mozaik tablo yapımı, bazen bir çakıltaşı zemin döşeme işi, bazen de yerinde yapılan mekansal gözlem ve incelemelerin kağıda aktarılması biçimindedir.

Burak Altınışık, Neslihan Şık ve Işıl Uçman Altınışık
Burak Altınışık, Neslihan Şık ve Işıl Uçman Altınışık

Cengiz Bektaş’a yönelttiğiniz soruları seçerken onun hayatından çeşitli noktalara odaklandınız? Odaklanacağınız noktalara neye göre karar verdiniz?

IA: SALT Mimarlık ve Tasarım Arşivi Cengiz Bektaş program niyeti için, Cengiz Bektaş’ın kısa biyografisi üzerine bizim aldığımız notlarla oluşturduğumuz metni bir bildiri formatında sunmamak için ilgili yerlere yerleştirdiğimiz sorularla bir söyleşi planladık. Söyleşinin güzergahını da biyografinin kendi kronolojisindeki dönemeçler belirledi diyebiliriz. Şöyle ki; Bektaş 1934 Denizli doğumlu. İçine doğduğu aile yapısının beklentileri ve sunduğu olanaklarla 1944 yılında İstanbul’a yerleşir. İlkokul dördüncü sınıf yıllarında başlayan bu yeni dönem, 1946-54 İstanbul Erkek Lisesi, 1954-56 Devlet Güzel Sanatlar Akademisi gibi kurumlar aracılığıyla şekil almaya başlar. Ardından 1956-59 yılları arasında Münih Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, 1960’da izlemeye başladığı Alman Şehircilik Akademisi Kursları, Bektaş’ın kimliğini oluşturan önemli kurumlar ve dönemlerdir. Kurt Erdmann ile Anadolu Kervansarayları yolculukları, Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Mavi Yolculuklar, Münih’te Raymond Alexander von Branca ve Fred Angerer ile birlikte çalışma gibi diğer deneyimleri, çalışma-eğitim-araştırma etkinliklerine yönelik geliştirdiği kişisel merak ve ilgi hatları boyunca belirir. Cengiz Bektaş, 1962-63 yılları arasında Ankara ODTÜ Yapı işleri, 1963-69 arasında Oral Vural ile kurdukları mimarlık ofisi ve 1970’de İstanbul’a geri dönüş ile ardından halen yürütmekte olduğu Bektaş Mimarlık İşliği’nin kurulumuyla kurumsallaşır. Onlarca kitap, makale, etkinlik, söyleşi ve ödül bu kurum dolayımıyla gündeme gelir. Dolayısıyla seçilen bu dönemler, konunun işlenme biçimini de belirleyen noktalar haline geldi diyebiliriz.

BA: Bektaş’ın biyografisine biraz bakıp onu haritalaştırmaya başlayınca belirli tarihler kırılma, sıçrama gibi işaretlenebilecek düğümler olarak belirebiliyor. Sanırım bize en olağan ve bariz geleni de Bektaş’ın zaman-mekȃnsal hareketine yol açan aralıkları çerçevelemek oldu. Bu çerçevelerin nasıl bir içerik oluşturacağı, anlamlandırılabileceği şu an için oldukça muğlak. Belki de bu sıradan okumanın anlamsızlığını da anlayabiliriz işin içinde biraz daha yoğruldukça.

SALT Mimarlık ve Tasarım Arşivi kapsamında yürütülen program nasıl ilerleyecek?

I.A: Planlanan etkinlik programının niyeti, Bektaş Mimarlık İşliği’nin kurucusu olan Cengiz Bektaş’ın, Türkiye mimarlık ortamı içindeki yerini, mimarlık üretimiyle mevcut kültürel söylemler ve toplumsallıkla kurduğu ilişki biçimlerini çözümlemeye ve yorumlamaya dönük çalışmalar için bir zemin oluşturabilmek. Bunu gerçekleştirmek üzere bir dizi araştırma, derleme makale yazımı, haritalama etkinliklerinin yanı sıra konu ile ilgili toplumsal aktörlerin katılacağı değerlendirme toplantıları düzenlenecek. Toplantıların ilki, “işveren-müellif-yüklenici etkileşimi üzerinden mimarlığı izlemek: Denizli’deki Bektaş yapıları nasıl üretildiler?” sorusunu sormak üzere Ekim ayında Denizli’de; ikincisi “müellif-çalışan etkileşimi üzerinden mimarlığı izlemek: İstanbul Bektaş Mimarlık İşliği ve özyönetim modeli nasıl mimari yapılar ürettiler?” sorularını sormak üzere Aralık ayında İstanbul’da yapılacak. Konu ve sorularla ilgilenen herkesi hep birlikte düşünmek ve paylaşımları çoğaltmak için bekliyoruz.