Açık Çatı ve Konteyner Park gibi projelere imza atan ATÖLYE, tasarım projeleri üreten bir ekibe evsahipliği yapmanın yanı sıra öğrencileri, tasarımcıları ve farklı disiplinlerden profesyonelleri bir araya getirerek yeni araştırmalara zemin hazırlayan bir platform olarak pratiğini sürdürüyor. ATÖLYE’nin 2018 yılında yürüttüğü ve/veya yer aldığı Designer-In-Residence, Kentsel Sürdürülebilirlik Yaz Okulu, REMIX Academy İstanbul gibi programlar üzerinden bir tasarım stüdyosunun farklı pratiklerini konuştuk.
ATÖLYE’nin adı uzun süredir, projeleriyle eş ağırlıkta yürüttüğü etkinlik ve programlarla da anılıyor. Sizin kendinizi bu açıdan da geliştirmeniz nasıl bir özveri gerektiriyor? Bu amaçla önceliklerinizi nasıl belirliyorsunuz?
ATÖLYE olarak tasarladığımız ve hayata geçirdiğimiz tüm projelerde odağımıza insanı alıyoruz ve uzun vadeli değer yaratmayı hedefliyoruz. Bu da aslında bir tasarım stüdyosu olarak iş modelimizi ve yaklaşımımızı oluştururken bizim için önemli bir çıkış noktası oluyor. İçinde yer almayı seçtiğimiz projeler, çıkardığımız ürün ve girişimler ve bütün bunların yanında oluşturduğumuz etkinlik ve programlar, bu yaklaşımla ortaya çıkıyor. Bütün bu projeler, etkinlikler ve programlar hem kurumumuz, hem müşterilerimiz hem de takipçilerimiz için bütüncül çözümler üreten ve kalıcı sosyal, çevresel ve ekonomik etki yaratacak uzun süreli iş birlikleri oluşturmayı hedefliyor. Biz de bu noktada bir yandan uzun soluklu ve sosyal fayda üretebileceğimiz projeler hayata geçirirken, bir yandan da topluma ve içinde bulunduğumuz ekosisteme değer katacak etkinlik serileri ve daha nitelikli içerikler ortaya çıkarabilecek programlar geliştiriyoruz.

“Designer-In-Residence” projesini ikinci kez gerçekleştiriyorsunuz. Bu proje nasıl ortaya çıktı ve bundan sonra ne sıklıkta düzenlenecek? Program boyunca ATÖLYE’nin mekanında çalışmalarını yürüten tasarımcıyla ATÖLYE ekibi nasıl bir ilişki kuruyor? Bunun bir çeşit staj programı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Designer-in-Residence, ATÖLYE’nin yaratıcı platform tarafının önemli bacaklarından biri olan Prototipleme Lab’in hayata geçirdiği önemli bir program. İlk edisyonunu çok yönlü tasarımcı Bilge Nur Saltık ile gerçekleştirdiğimiz ve sonucunda çok güzel çıktılar elde ettiğimiz programın ikinci edisyonunu ise uluslararası boyuta taşımanın mutluluğunu yaşıyoruz. Programın ikinci edisyonunu Portekiz’de yer alan Fablab Lisboa ile eş zamanlı olarak yürütüyoruz. Seçilen tasarımcı bir yandan Prototipleme Lab’i ve içindeki farklı ekipmanları kullanarak üzerinde çalıştığı malzemeye farklı tekniklerle yeni yaklaşımlar geliştirecek, bir yandan da hem ATÖLYE ekibi ve komünitesinden, hem de Fablab Lisboa’da eş zamanlı çalışan tasarımcıdan destek alacak. Bu programı bir “staj programı” olarak nitelendirmek doğru olmaz, çünkü programa seçtiğimiz tasarımcılar alanlarında çoktan kendilerini ve tasarımlarını kanıtlamış ve bu alanda yeni şeyler üretmeye çalışan kişiler oluyor. Designer-in-Residence, bu tasarımcılara farklı iş birlikleri kurma, bir odak malzeme ile çalışarak onun potansiyelini keşfetme ve yeni bakış açıları geliştirme imkanı sunuyor.

Abdullah Gül Üniversitesi’yle “Kentsel Sürdürülebilirlik Yaz Okulu”nu düzenlediniz. Bunun düzenli bir yaz okulu programına dönüşmesini planlıyor musunuz? Türkiye’de son zamanlarda öğrencilerin ilgisini git gide daha fazla çeken informal eğitim organizasyonları üzerine görüşleriniz nasıl?
“Üniversite öğrencilerinin yeni bir eğitim modeli ile dönüşüm yolculuklarını nasıl tetikleyebiliriz?” sorusundan yola çıkarak tasarladığımız ve uyguladığımız Kentsel Sürdürülebilirlik Yaz Okulu’nda Abdullah Gül Üniversitesi’nin farklı disiplin ve bölümlerinden gelen öğrenciler için yoğun proje-bazlı-öğrenme modüllerinin uygulandığı ve öncü bir eğitim modelinin geliştirildiği bir program tasarladık. Günümüzde üniversitede alınan akademik veya sektörel eğitimin yanı sıra, insan odaklı, toplumsal faydayı önemseyen, yaratıcı düşünmeye inanan ve içinde bulunduğu organizasyon, çevre ve toplumda dönüşüm yaratacak bireylerin oluşmasını amaçlayan eğitim ve programlar büyük önem kazanıyor. Biz de Abdullah Gül Üniversitesi ile birlikte düzenlediğimiz bu Yaz Okulu’na katılan öğrencilerin, program sayesinde edindikleri bilgi ve deneyim ile proaktif birer dönüşüm elçisi olmasını hedefledik. Abdullah Gül Üniversitesi ile gerçekleştirdiğimiz Yaz Okulu programlarına bu yıl da devam edeceğiz.

Ayrıca bu yaz, Danimarka’da etkileşim tasarımı üzerine yüksek öğretim ve danışmanlık veren uluslararası yaratıcılık platformu Copenhagen Institute of Interaction Design (CIID) ile başka bir yaz okulu daha düzenliyoruz. Geçtiğimiz yıllarda Kopenhag ve New York gibi şehirlerde gerçekleşen bu yaz okulu, bu yıl Barcelona, Costa Rica, Hindistan’ın yanı sıra İstanbul’da da ATÖLYE iş birliğiyle düzenleniyor. Teması Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri çerçevesinde seçilen yaz okulu kapsamında, iki haftada birbirinden bağımsız toplam 8 yoğun workshop verilecek. Bütün workshop’ların merkezinde hızlı prototipleme ve tasarım odaklı düşünme yer alıyor ve tüm bu workshop’ların amacı; katılımcıları, karşılarına çıkan zorluklara tasarım ve teknoloji araçlarıyla müdahale edebilecek bilgi ve becerilerle güçlendirmek.

British Council ve Pozitif tarafından düzenlenen REMIX Academy İstanbul etkinliğine ev sahipliği yaptınız. Mekansal olarak benzer işbirliklerinizi nasıl kuruyorsunuz? Bomontiada’da konumlanıyor olmanızın size sağladığı avantajlar neler?
British Council ve Pozitif, kurulduğumuz günden bu yana yakın temas içinde olduğumuz ve beraber birçok proje ve program geliştirdiğimiz kurumlar. Bu noktada kültür, teknoloji ve girişimcilik konularını odağına alan REMIX Academy Istanbul’a ev sahipliği yapmak, halihazırda DNA’sında yaratıcı endüstriler, teknoloji ve girişimcilik konularını barındıran ATÖLYE için çok önemliydi. Yaptığımız tüm projelerde ve hayata geçirdiğimiz programlarda disiplinlerarası iş birliğinin, yeniliğin ve üretmenin önemine inanıyoruz. Bu nedenle ATÖLYE’de düzenlediğimiz veya ev sahipliği yaptığımız tüm etkinliklerde bu temel konulara odaklanıyoruz. REMIX Academy de bu noktada büyük bir keyifle ve inançla içinde olduğumuz bir etkinlik oldu.
Bu noktada, yaratıcı bir kültür kampüsü olan bomontiada’da yer alıyor olmamız da bize farklı iş birlikleri ve olanaklar için alan açıyor. Tarihinde “üretim”in olduğu bu mekan, ATÖLYE gibi üretmenin, ortaya somut bir şeyler koymanın önemine inanan bir kurum için önemli.

ATÖLYE’nin bu sosyal çalışmaları tasarım pratiğiyle nasıl ilişkileniyor? Son zamanlarda ortaya koyduğunuz tasarım ürünlerinden örneklendirerek açıklayabilir misiniz?
Tasarım yaklaşımımızda, beraber çalıştığımız kurumların hedeflerini, stratejik iş fırsatları ve dünyanın ve içinde bulunduğumuz ortamın ihtiyacı olan değerler ile kesiştiriyor ve bunlarla birlikte yeni sınırlar ve olanaklar keşfediyoruz. Bu da bizi, zorlukları ve değişim fırsatlarını önceliklendirirken, stratejik tasarım süreçlerine birden fazla ölçekte yaklaşan ve karmaşık problemler odağında kurumlar ve toplum nezdinde ölçülebilir etki yaratan ve ölçeklenebilir ürün ve hizmetler geliştirmeye itiyor. Bu noktada tüm taraflar için daha bütüncül çözümler üreten ve kalıcı sosyal, çevresel ve ekonomik etki yaratacak uzun süreli iş birlikleri oluşturacak projeler hayata geçiriyoruz.
2017 yılı Mart ayında Özel Sezin Okulu’nda tamamlanan Açık Çatı projemiz, bir K12 okulunun içinde hayata geçen bir kültürel değişim alanı olarak tasarlandı. Bir araya gelme, üretme, öğrenme ve çalışma imkanı sağlayan bir mekansal programa sahip “sınıf dışı” pedagojik bir alan olarak tasarlanan Açık Çatı, bu açıdan bakıldığında içinde bulunduğumuz yüzyılın ihtiyaçlarına cevap veren, karmaşık sosyal problemlerin çözümü için bir alan açan ve ölçeklenebilir bir proje olarak öne çıkıyor. İçinde bulunduğu yapıda, küçük ölçekli ama etkili bir müdahale yapan proje, farklı paydaşların ihtiyaç ve beklentilerine cevap veren esnek bir mekansal program sunuyor. İlk defa 2014 yılında bir araya geldiğimiz Özel Sezin Okulu ile çıktığımız bu yolculukta, Açık Çatı’da gördüğümüz etkinin de neticesi ile bu yıl yuva ve ilkokul alanlarının tasarımına da başlıyoruz.

Geçtiğimiz yıl TEB ile ilkini gerçekleştirdiğimiz Fikirbazlar projesinin bu yıl ikinci edisyonunu yapıyoruz. Fikirbazlar, ATÖLYE’nin DNA’sındaki insan odaklı tasarım ve disiplinlerarası yaklaşımı bünyesinde barından bir öğrenme deneyimi sunarken, organizasyonel dönüşüm fırsatı da yaratıyor. ATÖLYE tarafından tasarlanan ve kolaylaştırılan süreçte, katılımcılar takımlar oluşturarak belirli stratejik ve organizasyonel konulara yönelik yeni projeler geliştirdiler. “İnovasyon” kültürünün kurum içi değişim öncülerini güçlendirerek tabandan yayılmasını hedefleyen Fikirbazlar programı, aynı zamanda kurumların 21. yüzyıl dünyasına adapte olabilmesi için gerekli olan disiplinler ve nesiller arası öğrenme ve departmanlar arası iş birliği kapasitesinin yaratılması için yenilikçi bir model oluşturdu.

2017 yılının Şubat ayında ATÖLYE ve Zorlu Holding kurucu ortaklığında hayata geçirdiğimiz bir sosyal inovasyon platformu olan imece ise ATÖLYE ile birlikte büyümeye, gelişmeye ve sosyal fayda etrafında ürün ve hizmetler geliştirmeye devam ediyor. Sosyal inovasyon alanında kapasite geliştiren, komünite oluşturan ve Destek Programı ile sosyal girişimcilere bir alan açan imece, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni odağına alan temalar etrafında sosyal fayda ve insan odaklı tasarımı bir araya getiriyor.

Üzerinde çalıştığınız yeni projeleriniz neler?
Farklı disiplinlerin ve pratiklerin yer aldığı bir stüdyo olarak, tasarladığımız ve uyguladığımız projelerin alanlarını da birbirinden çok farklı oluyor, ancak bu fark bize, üzerinde çalıştığımız tüm projelerde yeni bakış açıları geliştirme ve birbirinden öğrenme imkanı sunuyor.
Mimari tasarım alanında yılın ilk çeyreğinde oldukça yoğun bir dönem geçirdik. Yaklaşık iki aydır, Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Uygulama Merkezi’nde (SU | NUM), kampüsteki araştırmacılar arasındaki iletişimi artıracak ve araştırmacıların endüstriyle olan bağını kuvvetlendirecek etkileşim alanlarını tasarlıyoruz. Araştırma projelerindeki deneme-yanılma-yeniden yapma süreçlerindeki değişimden esinlenerek ofis, etkinlik, sergi ve sosyal alanlara sahip bir mekansal program tasarladık. Yine son zamanlarda üzerinde çalıştığımız bir diğer proje de Zorlu Holding’in Levent 199 binasında yer alan bir hibrit ofis tasarımı. Odaklanma, iş birliği ve etkileşimi odağına alan tasarım, global çalışma trendlerini, kurumun ve 21. yüzyılın ihtiyaçları ile birleştiren bir mekansal program ve kurumsal kimliği içeriyor. Farklı kullanıcı profillerine göre şekillenen senaryolar ve geliştirilen deneyim tasarımı, çalışma alanlarının geleceğine dair bir ön izleme fırsatı sunuyor.
Servis tasarımı alanında ise, geçtiğimiz aylarda bir finansal mobil uygulama projesi üzerine çalışmaya başladık. Projenin araştırma evresinde, banka profesyonelleriyle bir araya gelerek, tasarım odaklı düşünme metoduyla mobil uygulamanın içeriği hakkında beyin fırtınası yaptık. Eğitim kapsamında, bankanın farklı departmanlarındaki çalışanlarıyla var olan mobil uygulama üzerinden kullanıcı deneyimi ölçümü yaparak, yeni uygulamadaki olası yansımalarının neler olabileceği konusunda yol haritası çizdik. Şu anda da bu projenin kullanıcı deneyimi ve arayüz tasarımları üzerine çalışıyoruz.