Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz Arkeolojisi Uygulama ve Araştırma Merkezi – ANKÜSAM çalışmaları kapsamında Prof. Dr. Vasıf Şahoğlu başkanlığındaki ekip tarafından 2009-2019 yılları arasında Çeşme-Bağlararası’nda yürütülen arkeolojik kazılar* sonucunda ortaya çıkan bulgular Amerika Bilimler Akademisi’nin yayın organı PNAS dergisinin 4 Ocak 2022 tarihli sayısında yayınlandı.**
Makaleye göre; günümüzden 3600/3500 yıl önce Santorini (Thera) adasındaki yanardağın patlaması ile havaya yayılan volkanik küller ve patlamanın yarattığı tsunamilerin Çeşme-Bağlararası’ndaki izleri, bu patlamanın sanılanın çok ötesinde, çok daha güçlü bir doğa olayı olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca kazılar sırasında bulunan genç erkek iskeletinin bu büyük doğa olayının bugüne kadar tespit edilen ilk kurbanı olduğu kaydediliyor.
PNAS dergisindeki bu makale uluslararası basında oldukça ilgi uyandırdı. Kazı çalışmalarını ve makaleye konu olan değerlendirmeleri Prof. Dr. Vasıf Şahoğlu ile konuştuk. ***

Çeşme-Bağlararası projesi bir tesadüfle başlıyor: 2001 yılında bir inşaat yapılırken, Çeşme’nin göbeğinde Marina’nın bir sokak arkasında temel çukurları kazılıyor ve içinden seramik parçaları çıkmaya başlıyor.
Çeşme-Bağlararası’nda yürüttüğünüz arkeolojik çalışmalarınız sırasında Bronz Çağ tarihini etkileyen önemli bulgular elde ettiniz ve bu çalışmanızı anlattığınız makaleniz dünya çapında büyük ses getirdi. Makaleyi bu denli önemli kılan buluşları sizden dinlemek isteriz. Öncelikle Çeşme-Bağlararası’ndaki kazılarınızdan bahseder misiniz?
1992 yılında Urla-Liman Tepe’de araziye çıkmaya başladım; rahmetli hocam Hayat Erkanal’ın da bu kazıda ilk senesiydi. İzmir Bölgesi Kazı ve Araştırmalar Projesi – IRERP kapsamında tarih öncesi dönemleri anlamak üzere bir projeye başladık. O dönemlerde, Bronz Çağ’a odaklanan bir araştırma yoktu. Batı Anadolu, Efes, Bergama vb. klasik çağlarıyla bilinen bir bölgeydi; daha önceki dönemleri bilinmiyordu. Dolayısıyla, bu projeyle ilk defa daha önceki dönemlere odaklandık ve birçok yerde kazı yaptık: Liman Tepe, Bakla Tepe, Panaztepe, Kocabaştepe, Kömür Burnu gibi… Bu kazılar son 30 yıl içinde gerçekleşti. Liman Tepe bizim ana yerleşimimiz. Zamansal gelişimi bir pasta gibi düşünürseniz, arasından bir dilimi/dönemi çekip Çeşme-Bağlararası’nı inceledik; başka birinde, Bakla Tepe’de daha geniş alanları inceledik.
Dolayısıyla, bölgesel bir arkeoloji projesi yürüttük ve bu da öncü bir durumdu. Urla’nın karakterini düşünün, bir de Çeşme’ye bakın: İkisinin arasında 50 km var ama bambaşkalar. Alaçatı’yı düşünün, kışın boşalan yazın dolan bir tatil bölgesi; Urla’da insanlar yıl boyunca yaşıyor. Bu alanların her dönem için dinamikleri ve ekonomileri başka. Dolayısıyla tek bir yerden çıkarak bölgesel bir değerlendirme yapmak mümkün olmuyor.
Çeşme-Bağlararası projesi bir tesadüfle başlıyor: 2001 yılında bir inşaat yapılırken, Çeşme’nin göbeğinde Marina’nın bir sokak arkasında temel çukurları kazılıyor ve oradan seramik parçaları çıkmaya başlıyor. O seneki Bakanlık temsilcimiz bize o parçaları getiriyor ve hocam bunları inceliyor. Girit-Minos Uygarlığı’yla da bağlantı gösteren, Anadolu’da bugüne kadar çok az yerde ele geçmiş, çok heyecan verici seramik örnekleri oldukları anlaşılıyor. Ardından Çeşme Müzesi denetiminde orada çalışmaya başladık ve 2002-2005 yılları arasında Hayat hocamın bilimsel başkanlığında Çeşme-Bağlararası’nda kazı yaptık. Burada sokaklarıyla, evleriyle çok iyi korunmuş bir liman kenti, bir Tunç Çağı yerleşimi açığa çıkarıldı. Hem M.Ö. 3000’de hem M.Ö. 2000’de yerleşilmiş bir bölge burası. 2005’ten sonra oradaki çalışmalarımız durdu; ta ki 2009 yılına kadar. 2009’da Bakanlar Kurulu kararıyla bu sefer benim başkanlığımda tekrar orada kazıya başladık ve bu kazılar 2019 yılına kadar sürdü.

Tüm olayların denizin etrafında döndüğü bir dünya düşünelim; en görkemli zamanını yaşıyor. Ve bir anda, Santorini (Thera) Adası’ndaki volkan patlıyor.
Batı Anadolu’da birçok yerleşimin klasik çağlarıyla bilindiğinden bahsettiniz. Peki, M.Ö. 2000 yıllarında bu bölgede özellikle Çeşme-Bağlararası’nda nasıl bir yaşam vardı?
Bu dönem aslında bütün Ege Denizi’nde Girit Uygarlığı’nın en görkemli dönemini oluşturuyor. Bütün Girit Merkez ve Ege Adaları, Kikladlar, Kıta Yunanistan, Batı Anadolu kıyıları, Doğu Akdeniz’e giden bölgeler tamamen Girit-Minos Uygarlığı’nın etkisinde ve bu bölgenin zenginliğinin doruğa ulaştığı bir dönemden bahsediyoruz. Dolayısıyla, Ege ve Akdeniz’den ta Mısır’a ve Doğu Akdeniz kıyılarına kadar bütün deniz ticareti, denizle ilgili tüm kontroller Girit-Minos Uygarlığı’nın elinde. Bu dönemde Girit’te bulunan Knossos, Phaistos, Malia gibi büyük saraylar da önem taşıyor. Denize hâkim durumdalar. Bütün bu bölgelerden hammaddeler, bitmiş ürünler Girit saraylarına geliyor; saraylardaki yöneticiler o dönemde Ege’deki, Akdeniz’deki en kaliteli malzemelere ve ürünlere ulaşıyor. Böyle bir dönemde, Santorini (Thera) Adası’ndaki Akrotiri yerleşimi de Knossos’un, Girit’in bir kopyası gibi, duvar boyaları ile, tüm zenginlikleri ile en gözde yerleşimlerden biri. Girit Adası üzerinde bulunmamasına rağmen Girit-Minos Uygarlığı’nın bir parçası.
Bu dönemde Çeşme de önemli bir liman kenti; çok güzel sokakları var. Bir şaraphane yapısı bulduk, şarap üretimiyle ilgili belki de Anadolu’nun en eski örneklerinden biri. Batı Anadolu kıyıları çok zengin hammaddelere ve madenlere sahip ve büyük ihtimalle Girit-Minos Uygarlığı’nın iş gücü merkezi gibi kullanılmış. Mesela bu bölgede çok kaliteli tekstiller üretiliyor ve bitmiş ürünler Girit saraylarında kullanılıyor.
Tüm olayların denizin etrafında döndüğü bir dünya düşünelim; en görkemli zamanını yaşıyor. Ve bir anda, Santorini (Thera) Adası’ndaki volkan patlıyor. Elbette bu bir süreç ve büyük ihtimalle bu patlamadan önce çeşitli depremler oluyor. Bu olay insanlık tarihinde muhtemelen kayda geçmiş en büyük doğa olayı. Öyle bir patlama ki Santorini Adası’nın orta kısmı denize çöküyor, tsunamiler meydana geliyor. Zaten bunu bir patlama değil patlamalar serisi olarak düşünmemiz gerekiyor. Ege Denizi’nin ortasında olduğu için buradan çıkan volkanik küllere ait izlerin kutuplardaki “icecore“larda [buz çekirdeklerinde] bile bulunduğu düşünülüyor. Amerika, Kanada’daki ağaç halkalarında bunun etkileri görülebiliyor. Gökyüzüne o kadar çok kül dağılıyor ki Dünya’da belki de çok uzun süre güneş görünmüyor. Bunun gerçek anlamda çok büyük etkilerinin olduğu düşünülüyor.
Patlamayla yıkılan saraylar sonradan yenilendiyse de büyük ihtimalle Girit Uygarlığı bu aşamadan sonra gerileme dönemine giriyor. Daha sonra Kıta Yunanistan’daki Miken Uygarlığı onun yerini alıyor.

Aslında bu hikâye yokluktan çıktı. Her şeyin yıkılmış olmasını, negatif veriyi anlamlandırdık.
Oldukça geniş bir bölgeyi etkilemiş, çok önemli bir doğal afetten bahsediliyor ve yeni bulgular afetin seyriyle ilgili bildiklerimizi değiştiriyor. Çalışma bize bu konu hakkında neler söylüyor?
Çalışmalarımız sırasında Çeşme-Bağlararası’na en az 4 tane tsunami geldiğini tespit ettik. Haritada bu bölgeye bakarsanız hem oldukça kuzeyde hem de içe doğru girintili bir yerde olduğunu görürsünüz.
2012 yılında Çeşme-Bağlararası’ndaki kazılarımızda volkanik kül bulmuştuk ve yerleşimdeki tabakası ve dönemi tuttuğu için bunun Santorini volkanının külü olabileceğini düşünmüştük. Bu örneği analiz için 2013 Şubat’ında Viyana’daki Atominstitut‘e gönderdik; “Bu, Thera volkanının külü ama başka bir külle karışmış” dediler. Mutlaka Santorini olması lazımdı ama jeolojik imzası başka bir volkanın külüyle karıştığını söylüyordu. Acaba başka bir volkan daha mı patladı, ikisinin külü karışarak mı buraya indi? Bu araştırmanın ve analizlerin peşini hiç bırakmadık.
2014 yılında “Acaba burada tsunami de olabilir mi” diyerek araştırmaya başladım ve tsunami üzerine çalışan Beverly N. Goodman-Tchernov’u davet ettim. Beverly ilk başlarda burada tsunami olduğuna tam ikna olmadı. Zaman geçtikçe, analizler, alınan örnekler ve örneklerin içindeki marin buluntularla bağlantılı olarak birtakım yorumlar getirildi. Bilimsel analizler tam ortaya konmadığı için hâlâ çekimser kalınıyordu.
Çeşme-Bağlararası’nda 2009’dan beri çalışmakta olduğumuz alan bir yerleşimin kenarı; geçen 10 yıl içerisinde sur duvarına paralel bir alanı kazdığımız ortaya çıktı. Kazıyoruz, kazıyoruz her şey yıkılmış, her yerde tahribat çukurları var. Oysa hemen yan tarafı da biz kazmıştık; sokaklar, evler, her şey olduğu yerde duruyor. Bunu yorumlamaya başladık. Neden orası daha iyi korunmuş, neden burada çukurlar var? Aslında bu hikâye yokluktan çıktı. Her şeyin yıkılmış olmasını, negatif veriyi anlamlandırdık. Dolguyu kazıyoruz, en alttan bir duvar çıkıyor. Duvarın taşlarını daha sonraki dönemlerde çaldıklarını anlıyoruz, bunu yorumluyoruz.

1,5 sene önce Samos açıklarında bir deprem ve Seferihisar’da bir tsunami oldu. O zaman Beverly’ye tekrar haber verdim. Geçen yıllar içinde Beverly’nin de tsunami çalışmaları üzerine deneyimi artmıştı. Atominstitut da en sonunda bölgenin Santorini etkisinde olduğunu onaylamıştı. Bölge volkanik bir bölge olduğu ve küller yerel jeolojiyle karıştığı için daha önce öyle bir sonucun ortaya çıktığı anlaşılmıştı.
Depolara girip seramikler üzerine çalıştım, Karbon-14 tahlillerine bakarak bağlantılar kurmaya çalıştık. Bir anda buradaki bozulmuşluğun aslında tsunamiden kaynaklandığına dair bir aydınlanma yaşadık. Tsunamiler gelip yerleşimin bu kısmını tamamen yıkmıştı. Yerleşim bu dönemde terk edilmiş, hemen yan tarafına, bugünkü modern Çeşme şehrinin tam altına, yerleşilmiş. Nasıl bir höyükte üst üste yerleşim oluyorsa Çeşme-Bağlararası bölgesinde de yerleşim dönem dönem yatayda kayıyor. Ya kıyı şeridi değişiyor ya da yerleşimin yanındaki dere yatak değiştiriyor. Dolayısıyla tsunami gelince yan taraftaki yerleşimi olduğu gibi süpürüp onun bütün kalıntılarını buraya yığmış. Bizim dolgu diye kazdığımız çukurlar aslında tsunaminin yarattığı tahribattan oluşuyor. Bir noktada duvarların taşlarının çalındığından bahsetmiştim. Evler yıkılınca onların büyük duvar taşlarını kendi evlerinde tekrar kullanmak için alıyorlar. Bu esnada, büyük ihtimalle birkaç gün arayla bir tsunami daha geliyor. Dolayısıyla o taşları aldıkları çukurların içi de tekrar o dönemin dolgularıyla dolmuş. Bu araştırmayla birlikte her şey yerli yerine oturdu.
2017 yılında kazı sırasında çukurların birinin içinde bir iskelet bulmuştuk. Mezar değildi bu, birisinin çukurun içine atıldığını düşündük önce: “Çeşme’nin en eski cinayeti” gibi yorumlar yaptık. Bu araştırmalar sırasında bu iskeletin de tsunami sırasında hayatını kaybeden birine ait olabileceğini fark ettik. Çok heyecanlı bir durumdu.
Çeşme-Bağlararası bile yerleşimi süpürecek boyutta dev tsunamilere maruz kaldıysa Santorini patlamasını çok korkunç, büyük bir felaket olarak hayal etmemiz gerekiyor.
Bu, çalışmanın dışarıdan bakan bir göz için de en heyecan verici yanı… Peki, bu iskeletin bulunması neden bu kadar önemli?
Arkeoloji alanında bir numaralı gündem konusu her zaman Santorini volkanının patlaması, bunun tarihlemesi ve yayılımı olmuştur. Bugüne kadar bu olayda hayatını kaybeden bir insan hiç bulunmamıştı. Bir anda Santorini volkanının bulunan ilk kurbanıyla karşılaşmıştık -ki bundan sonra çok göreceğimize eminim.
Artık bu konuya bakışımız çok farklı bir boyuta geldi. Eskiden insanlar Santorini’nin külüne; nerede volkanik kül bulunup bulunmadığına odaklanmıştı. Mesela Ege’nin batısında Yunanistan kıyılarında kül yoktur, çünkü rüzgâr doğuya doğru esiyordu. Dolayısıyla, bu patlamanın külü tamamen o günkü rüzgâra bağlı olarak Batı Anadolu kıyıları ve doğuda çıkıyor. Tsunami ise kül gibi değil, meydana geldiği anda her yöne aynı etkiyle gitmiş olmalı. Çeşme-Bağlararası bile yerleşimi süpürecek boyutta dev tsunamilere maruz kaldıysa Santorini patlamasını çok korkunç, büyük bir felaket olarak hayal etmemiz gerekiyor. Santori’nin tsunamileri Girit’in kuzey kıyısında birkaç yerleşimde, Doğu Akdeniz kıyılarında ve İsrail’de de bulundu. Ama çok daha kısıtlı değerlendirmeler yapıldı. Bizim tahminimiz bundan sonra da birçok kurban çıkacağı yönünde. Belki insanlar kazılarda bunları buldu, bizim de bu erkek iskeletini 2017’de bulmamız gibi. Ama bunu yorumlamamız 2020-2021’e vardı. Belki Çeşme-Bağlararası’ndakinden çok daha güçlü etkilerini görebileceğimiz yerler var ama daha önce bu açıdan bakılmadığı için ortaya çıkmadı. Şimdi bir kazının fotoğraflarına bakıyorum ve tsunami fotoğrafta öylece duruyor. Bu çalışma metodolojik olarak çok büyük bir yenilik getirdi arkeolojiye.
Ayrıca bu konu arkeolojiden günümüze bir yansıma olarak bir ders almak için de bir işaret. Çeşme’de 3500 yıl önce de benzer bir yaşam vardı. Bir anda volkan patladı, tsunami geldi ve bütün yerleşimi süpürdü, herkesi öldürdü ve her şey bitti. Her an tekrar olabilir. Bir saatli bomba gibi bize bu konuyu hatırlatması için bu konunun gündemde olması önemli. Geçmişte olmuş, demek ki yine olacak.
Biz tsunami oldu, kül indi ve her şey bitti diye düşündüğümüz için külden sonra tekrar tsunaminin geleceğini anlamamız biraz zaman aldı.
Bu araştırmaları bir makale ile yayınladınız. Bize bu makalenin yazım sürecinden ve araştırmaları birlikte yürüttüğünüz ekipten bahseder misiniz?
Makalenin yazım süreci çok heyecanlıydı. Geçen 1 yıldan fazla süredir gece gündüz Zoom‘da bir araya gelerek tamamladık. Bütün makale 8 sayfa ama parçaların yerine oturmasının heyecanını herhalde bir daha yaşayamam.
Biz Çeşme-Bağlararası çalışmalarımızı Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Ankara Üniversitesi adına gerçekleştirdik. Bu kazılara hem öğretim üyelerinden hem de öğrencilerden geniş katılım oldu. Türkiye’deki farklı üniversitelerden öğrencilerin yanı sıra özellikle Yunanistan, Kore ve İtalya’dan öğrenciler gelip kazılarımıza katıldı.
İnterdisipliner konularda Haifa Üniversitesi’nden Beverly N. Goodman-Tchernov ile çalıştık. Johannes H. Sterba’ya örnek gönderdik. Onlar kazıda doğrudan çalışmadılar ama bu makalenin oluşmasındaki interdisipliner yan analizler için iş birliği yaptık. Seramikleri Atina’da Fitch Laboratuarı’yla; tekstil aletlerimizi ise Salzburg Üniversitesi’yle çalıştık. Hem uluslararası iş birlikleri hem de bu kişilerin uzmanlıkları bu araştırmayı ileriye götürdü. Kazı çalışmalarımızın ana çekirdek kadrosu zaten Ankara Üniversitesi dışında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Batman Üniversitesi ve Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi’nden öğretim üyeleri ve öğrencilerden oluşuyor.
Burada interdisipliner çalışma çok önemli. Örnek vereyim: Külü düz çizgi halinde tsunami kalıntılarının üstünde bulduk. Ne düşünürsünüz? Tsunaminin patlamadan daha önce olduğunu. Oysa önce patlama oluyor, kül havaya püskürüyor ve o anda denizde tsunamiler oluşmaya başlıyor, tsunami dalgaları kıyılara gidiyor ama gökyüzündeki külün aşağıya inmesi daha uzun sürüyor. Dolayısıyla tsunami kalıntısının üstüne kül yağıyor. O yüzden altta tsunami kalıntısı, üstüne de kül oturmalı, bizim çalışmamız buna uyuyor. Beverly kendi uzmanlık alanıyla bu alanı çalıştığında külün altında tsunaminin oluşturduğu marin işaretler buluyor. Ben de bu bölgede kazdığımız seramikleri inceliyorum dönemlerine göre ve külün altında patlama dönemine ait malzemeler olduğunu görüyorum. Bir bakıyorum ki külün üstünde de aynı dönemin malzemeleri var. Bu nasıl olabilir? Tsunamiler gelmiş, sonra küller inmiş ve burada yerleşim terk edilmiş olmalı. Bu durumda üstünde de aynı dönemin kalıntısı nasıl olur? Bu durumu Beverly’ye anlattım. Onun çalışmalarında da üst taraftaki marin göstergeleri alt bölümle belli bir yere kadar aynı görünüyor. Dolgularda değişiklik yok ama ikisinin arasında kül var. Aslında tsunamiler geliyor, kül iniyor sonra tekrar tsunami geliyor. Dolayısıyla bütün bu olay aynı anda ve çok kısa bir sürede gerçekleşmiş. Ama biz tsunami oldu, kül indi ve her şey bitti diye düşündüğümüz için külden sonra tekrar tsunaminin geldiğini anlamamız biraz zaman aldı. Hem benim sonucum hem onunki bir araya gelince anlayabildik.
Buradaki bir başka önemli konu bizim çok açık davranmış olmamız. En hararetli tartışmalar bu olayın tarihlenmesi konusunda oluyor. Bazı bilim insanları Santorini volkanının M.Ö. 1520-30’lara bazıları da 1630-40’lara tarihlendiğini düşünüyor; “high chronology” ve “low chronology” olarak arkeologlar ikiye ayrılıyor. Biz çalışmaya çok objektif baktık, kendimize bir sınır koymadık. Veri bizi nereye götürürse oraya gidelim dediğimiz için sonunda çok güzel bir keşif oldu.
Santorini patlamasının bilinenden çok daha büyük ve çok daha korkunç etkileri olan bir olay olduğunu ortaya koyduk. Bir taraftan da bundan sonraki çalışmalara yol gösterecek ve geçmiş çalışmaların yeniden değerlendirilmesini sağlayacak bir perspektif getirdik. Büyük bir etki yaratacağını bildiğimiz için arkeolojinin ötesinde bir yayına yolladık makalemizi. National Geographic de bizimle birkaç röportaj yaptı.



Şu an dünyada Santorini volkanının dümdüz kül çizgisini ve tsunami kalıntılarını görebileceğiniz tek yer burası.
Çeşme-Bağlararası’nda kazı çalışmaları devam ediyor mu? Merak edenlerin bu bölgeyi gezip görmesi mümkün mü?
Çeşme- Bağlararası’nı yıllarca bir ören yerine dönüştürmek istedik. 2019’da kazılarımız sona erdi; çünkü o bölgede kazacak yerimiz kalmadı, her yer özel mülkiyetti. Çeşme’nin göbeğinde, Türkiye’nin en turistik ilçesinin merkezinde daha fazla açılamadık. Fakat M.Ö 2000’lere tarihlenen yerleşmenin olduğu kısımdaki 2 parsel de Hazine’ye geçti ve kazı bitmeden orada bir proje yaptık İZKA-İzmir Kalkınma Ajansı’yla; Kültür Bakanlığı da katkısını sundu. Yerleşkenin üzerinin örtülmesiyle ilgili bir çatı önerisi hazırlandı ve ören yeri olarak gezi güzergâhları vb. ile projelendirildi. Proje, İzmir Kurul’dan da geçerek yapılmaya hazır hale geldi. Fakat maddi bir destek bulunması lazım.
Şu an dünyada Santorini volkanının dümdüz kül çizgisini ve tsunami kalıntılarını görebileceğiniz tek yer burası. Bu çizgi o kadar önemli ki; bütün insanlık tarihinde belirli bir güne ait, bir zaman kapsülü niteliğinde. Onu görmek de çok özel bana sorarsanız. Belki bir imkân yaratılır ve gerçeğe dönüştürülür o proje. O zaman geriye baktığımızda fiziksel bir katkıda da bulunmuşuz deriz ve Çeşme-Bağlararası’yla ilgili bir doygunluk hissederiz.
Kerpiç çamurla tutturulmuş taşlarla yapılan binlerce yıllık duvarları nasıl koruyacağımıza kafa yoruyoruz.
“Fiziksel bir katkı” derken mimari bir müdahaleden bahsediyorsunuz aslında. Hem bu çalışma özelinde hem de daha genel bir perspektiften arkeoloji çalışmaları sürecinde mimarın ve mimarlığın rolü nedir sizce? Çalışmalarınıza mimarlar, mimarlık öğrencileri ilgi gösteriyor mu?
Sonuçta biz yerleşim kazıyoruz, mimari baş eleman. Özellikle mimarlık tarihi çalışanlar için arkeolojik kazılar hazine değerinde. Sadece mimarlık da değil, bugün gördüğümüz birçok şeyin temeli benim incelediğim dönemde ilk kez atılmış; mesela seramik en başta olmak üzere. Dolayısıyla çok heyecanlı bir dönem. Bizim kazılarımıza da stajyer mimar öğrenciler katılıyor. Daha önce İTÜ’den 3 öğrenci kazıya gelip çalıştı. Bu yıl da İTÜ’den iki öğrenci gelip 1-1,5 ay bizimle staj yaptı. Atina ve Katip Çelebi Üniversitesi’nden uzmanlarla Mimari restorasyon da yapıyoruz; mimari güçlendirmeler sırasında hem orijinalliği korumaya hem de sağlamlaştırmaya çalışıyoruz. Kerpiç çamurla tutturulmuş taşlarla yapılan binlerce yıllık duvarları nasıl koruyacağımıza kafa yoruyoruz. Mimarlık öğrencileri daha çok Total Station‘dan ölçüleri alıp ya da Autocad‘e çizimler aktarıp belgeleme konusunda destek oluyorlar bize.
Bu çalışma özelinde ekibinizde bir mimar yoktu o halde?
Hayır. O duvarları ve dolguları arkeolojik tekniklerle kazdık. Kazılarda, üstteki taşların çalındığını ve çalınan boşluğa dolgunun yerleştiğini tespit ettik ve böylece o dolgunun tsunamiyle geldiğini de anladık. Ama mimarlar arkeologlarla yakın iş birliği yaparlarsa yeni bilgilere de ulaşılabilir elbette.
Arkeolog olarak alana mutlaka havadan bakmak gerekiyor ve bakılan perspektif olayın algılanmasını kökünden değiştiriyor.

Çeşme-Bağlararası’ndaki kazı süreciniz uzun bir zamana yayılmış; bu süreçte gelişen teknoloji çalışmalarınızı nasıl etkiledi?
Arkeolojide drone teknolojisi o kadar etkili oldu ki… Arkeolog olarak alana mutlaka havadan bakmak gerekiyor ve bakılan perspektif olayın algılanmasını kökünden değiştiriyor. Drone ile yukarıdan görebiliyorsun. Eskiden bir imkân bulmak gerekiyordu, biri helikopterle geçerken çekecek ya da balonlar uçurulacak, tüm sezon boyunca 1 fotoğraf çekilebiliyordu belki de. Biz de drone’u 2012’nin sonunda aldık. Arkeolojinin maddi imkânları çok kısıtlı olduğu için teknoloji geç geliyor ama yapılan işin sonuçlarını almak adına çok büyük bir etkisi oluyor.
Şu an üzerinde çalıştığınız başka akademik çalışmalarınız var mı?
Hem tarihlemeyle ilgili bir makale yazıyoruz hem de antropolojik çalışması ve DNA analizleri yapılan iskelet ile ilgili bir araştırmamız var. Ayrıca çalışma sırasında bu konuyla ilgili yeni bir metodoloji geliştirdiğimiz için geçmişte yapılan birtakım çalışmalara da bu gözle bakıp yeni yorumlar getirmeyi planlıyoruz.
Ocak’ta Urla-Liman Tepe’deki çalışmalarımızla ilgili yeni bir makalemiz çıktı. Kanadalılarla yaptığımız bu interdisipliner araştırmada; Batı Anadolu kıyılarındaki bütün klasik çağ kentleri Neolitik’e kadar giderken Liman Tepe’de neden bu döneme ait bir yerleşim olmadığını merak ederek ona yönelik araştırmalar yaptık ve bu bölgede Neolitik Çağ kıyı şeridinin denizin 500-600 metre altında kaldığını bulduk.
*Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün izinleriyle gerçekleşen Çeşme-Bağlararası kazıları, Ankara Üniversitesi Mustafa V. Koç Deniz Arkeolojisi Uygulama ve Araştırma Merkezi (ANKÜSAM) faaliyetler çerçevesinde, İzmir Bölgesi Kazı ve Araştırma Projesi – IRERP kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Ankara Üniversitesi adınaProf. Dr. Vasıf Şahoğlu başkanlığında uluslararası katılımlı interdisipliner bir proje ekibi tarafından 2009-2019 yılları arasında yürütülmüştür. Anadolu’nun Ege denizine açılan önemli liman kentlerinden biri olan Bağlararası, özellikle MÖ 2. Binyılda Anadolu ile Girit Minos kültürü arasındaki yakın ilişkileri yansıtan buluntular vermiştir. Çeşme-Bağlararası’ndaki iskan MÖ 3. Binyıl ortalarından MÖ 13. Yüzyıla kadar çeşitli aralıklarla devam etmiştir. Kazılar Ankara Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, TÜBİTAK (Proje No. 108K263, 114K266), Institute for Aegean Prehistory (INSTAP), INSTAP-SCEC, Türk Tarih Kurumu, Çeşme Belediyesi, Urla Belediyesi, İzmir Büyükşehir Belediyesi, Koç Vakfı, Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı, Çeşme – Paparazzi, Alaçatı İyi Restobar tarafından desteklenmiştir.
**Makale: Vasıf Şahoğlu; Johannes H. Sterba, Timor Katz, Ümit Çayır, Ümit Gündoğan, Natalia Tyuleneva, İrfan Tuğcu, Max Bichler, Hayat Erkanal, Beverly N Goodman-Tchernov, “Volcanic Ash, Victims, and Tsunami Debris from the Late Bronze Age Thera Eruption discovered at Çeşme-Bağlararası, (Turkey)” Proceedings of the Academy of Sciences of the USA (PNAS) 2022, Vol 119, No. 1. https://doi.org/10.1073/pnas.2114213118.
***Söyleşi 14 Ocak 2022 tarihinde Zoom üzerinden gerçekleştirilmiştir. Söyleşiye Vasıf Şahoğlu ve bi-özet ekibinden Banu Binat, Neslihan İmamoğlu, Aslı Erdem katılmıştır.
Sorular ve Düzelti: Neslihan İmamoğlu
Deşifre: Aslı Erdem