[söyleşi]: “…burada kitap depolamanın ötesinde bir servis öne çıkıyor.”

Zeynep Akan, Sezin Romi, Vasıf Kortun, Alexis Şanal, Neslihan İmamoğlu, Murat Şanal, Aynur Yılmaz. Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

SALT Araştırma’nın SALT Galata’daki yeni mekânı Ferit F. Şahenk Salonu 21 Mart Salı günü kullanıma açıldı. Bu vesile ile SALT ekibinden Vasıf Kortun ve Sezin Romi, projenin tasarımcıları ŞANALarc’tan Murat Şanal ve Alexis Şanal ve mekânda kullanılan kütüphane sisteminin üreticisi Ersa Mobilya’dan Aynur Yılmaz ile Ferit F. Şahenk Salonu’nda bir araya geldik. Günümüzde değişen bilgi aktarım yöntemleri, araştırma merkezleri ve SALT üzerine söyleştik.

 

Neslihan İmamoğlu |
Bize SALT Araştırma’dan kısaca bahsedebilir misiniz? Nasıl bir ihtiyaçtan doğdu, hangi amaçlarla yola çıktı?

Sezin Romi |
2011 yılında SALT’ın açılmasıyla beraber SALT Araştırma da devreye girdi. Önce tabii SALT’ın araştırma ile ilişkisinden bahsetmek gerekiyor. SALT, araştırmanın merkezinde olan bir kurum ve odaklandığımız sanat, mimarlık, sosyal, ekonomik, tarih ve tasarım konularında yaptığımız araştırmaları kimi zaman projelerimizde ve/veya görselleştirmede kullanırken bunları aynı zamanda SALT Araştırmada da kamuyla paylaşıyoruz. Tabi SALT Araştırma’nın hem mekânsal hem de içerik özelliğinden bahsetmemiz gerekiyor. Bir yandan yayınları ve arşivleri bir araya getirip aynı yerden arama olanağı verirken bir yandan da yayınlara mekândan erişim sağlıyor ve serbestçe çalışabilecek bir mekân sunuyor.  Açılışından bu yana altı yıl geçti ve bu zaman içerisinde SALT Araştırma çok sayıda konuk ağırladı. Kütüphane kelimesini pek kullanmıyoruz ama bir ihtisas kütüphanesi olması gerekirken bir kent kütüphanesi gibi işlev görmeye başladı. Aynı zamanda da kitaplar raflara sığmamaya başladı ve koleksiyon da genişledi. Böyle olunca da ek bir mekâna ihtiyacımız oldu.

Nİ |
Ek bir salona ihtiyaç duyulmasında, son zamanlarda kentteki çalışma mekânlarının kullanım alışkanlıklarının değişmesi etkili oldu mu?

Vasıf Kortun |
İki yönü var: Birincisi ortadaki talep bizi çok fazla ilgilendirmiyor; hiçbir zaman var olan ihtiyaca cevap vermek için hayal kurmadık. Hayallerimizi kurarız ve  o hayale bir talebin olacağını umarız. Atatürk Kitaplığı’nın son zamanlarda çok kullanılıyor olması aynı zamanda 24/7 gibi muhteşem bir servise geçmeleri, veya Bibliopera gibi girişimler yani bir portaldan çoklu kurumun içeriğine ulaşabilme ihtiyacının da asıl sebebi böyle yerlerin artık var olması ve çoğalması.

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

Vasıf Kortun: “SALT Galata, Ferit F. Şahenk Salonu’yla ilk kez değişti ve yeni mekânla birlikte sokakla ilişki kurdu.”

Nİ |
Peki, SALT Galata ve SALT Beyoğlu bir programı iki binaya bölüştürmüş bir yapıdayken şu anda SALT Beyoğlu’nun kapalı olmasının SALT Galata’nın programındaki bu genişlemede etkili olduğu söylenebilir mi?

VK |
SALT Beyoğlu’ndan bağımsız olarak SALT Galata’nın belli bir izleği vardı. Evet, mecburen son 1 yıl ve 3 aydır belli programlarımızı buraya yükledik ama bir sürü programı da yükleyemedik ve iptal ettik. Onunla çok ilgisinin olduğunu sanmıyorum.

Buranın kendi takipçisi vardı; Beyoğlu’nun kendi takipçisi vardı. SALT Beyoğlu’nun sokakla muazzam bir ara yüzü var; çok kolay girilen, çok kolay çıkılan profesyonel olmanızı beklemeyen… Belirli bir ekolojisi var; girersiniz, birinci kata çıkarsınız biraz daha profesyonel olursunuz ya da bir film seyredersiniz yarı profesyonelsinizdir. 3. kata kadar çıkarsanız hakikaten sürekli kültür takip eden birisinizdir. SALT Galata ise eski Osmanlı genel müdürlüğünden devralınma bir yer. Yani içine kapanık, korunaklı, kasa daireleri olan, sokağa ara yüzü güçlü olmayan bir yerdi. SALT Galata, Ferit F. Şahenk Salonu’yla ilk kez değişti ve yeni mekânla birlikte sokakla ilişki kurdu. O zamana kadar dışarıya kapalıydı. İnsanların kendilerinin bulması gereken bir yer gibiydi. Büyük flamalar, afişler kullanmayı tercih etmiyoruz, insanların üzerine gitmeyi, zorlamayı sevmiyoruz.  Sahiplenme biçimleri farklı olsun istedik hep.  Buranın kendi konuğu ve kullanıcısı zaman içerisinde değişti; ama bir yerden sonra kontrol edemiyorsunuz. Mekân kendi enerjisini belirliyor, bizim yaptığımızla ilgili olmuyor artık her yapılan şey. İnsanlar birbirleriyle konuşarak, paslaşarak burayı daha da bilinir hale getiriyorlar; şu andaki durum galiba bu. Yapı şu an zorlanmış durumda. 2011 yılında, yılda 75-90.000 kişi hedeflerken, şimdi yaklaşık 170 bin kişiye hizmet veriyor. Bu yapı için fazla bir durum. Umarım Beyoğlu yıl sonuna kadar açılacak. O zaman bir rahatlama umuyoruz.

Fotoğraf: Mustafa Hazneci

Sezin Romi: “İnsanların hem serbestçe çalışabilecekleri hem de araştırma yapabilecekleri, kitaplardan yararlanabilecekleri bir alana ihtiyaçları var.”

Nİ |
SALT Araştırma’ya gelenlere dair bir kayıt almıyordunuz daha önce. SALT Araştırma yine kayıtsız kullanılabilecekken Ferit F. Şahenk Salonu’nu kullanmak isteyenler kayıt yaptırmak zorunda. Bu iki salonu ayrıştırmanızın, böyle bir kayıt sistemine geçmenizin nedeni neydi?

SR |
İnsanların hem serbestçe çalışabilecekleri hem de araştırma yapabilecekleri, kitaplardan yararlanabilecekleri bir alana ihtiyaçları var. Bu ihtiyaçlara cevap verebilmek için mekânları iki şekilde kullanmaya karar verdik. SALT Araştırma; yukarıdaki mekân herkese açıkken burası sadece odaklandığımız  görsel pratikler, yapılı çevre, sosyal yaşam ve ekonomik tarih alanlarında araştırmalar yürüten yüksek lisans, doktora öğrencileri, akademisyen ve bağımsız araştırmacıların kayıtlı olarak girebileceği bir mekân.

VK |
Atatürk Kitaplığı’na gidiyorsunuz; oranın eski harita ve 300.000+ kitap koleksiyonu var ama bütün masalar sınav çözen çocuklarla dolu. Bu çok önemli bir ihtiyaç ve bunu reddetmek mümkün değil ama bir yandan da kütüphane kendi koleksiyonunun orada olma nedenini gerçekleştiremiyor demektir. İnsanlar binayı kullanıyorlar orada sınavlar çözülüyor ama bir yer olsun ve yalnızca araştırmalara açık olsun. Bu ikisinin yan yana olması zordu. Deneyeceğiz. Atatürk Kitaplığı da umarım bir gün çok daha büyük bir yere geçer, bunu hakkediyorlar, çok güzel yönetiyorlar.

Nİ |
SALT Galata binasının yeniden işlevlendirme sürecinde Han Tümertekin ile çalıştınız ama iç mekân tasarımı için birçok farklı mimar ve tasarımcı ile çalışıldı, neden böyle bir tercihe gidildi, daha zor olmadı mı?

VK |
Aslında, hiç de zor olmadı, çok daha keyifli ve heyecan verici oldu. Bizim için çok daha angaje bir modele dönüştü.

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

Murat Şanal: “Burada bir tasarım objesinin tüketilmesine yönelik yerleştirilmesinin ya da yaratılmasının çok ötesinde üretken bir tasarım süreci gelişti.”

Murat Şanal |
Bu bina zaten kültürel bir değer ve onun korunmasında da pek çok kişinin, düşünürün bir araya gelip, kendi kendini türetmesi, kent açısından en ilginç eylem oldu diyebiliriz.

Kentle farklı şekilde diyalog kuran iki konumda yer alıyor; birisi tamamen kapalı ve korunaklı, diğeri ise tarihi kimliği olan bir yer.

SALT, zamana eklemlenerek yaşıyor. Gelen yeni işlevlerle birlikte kentle yepyeni bir ilişkisi olmaya başladı. Örneğin, burası çok korunaklı bir yerken, tamamen kamusal girişe izin veren bir yer oldu. Bankadan çok daha farklı bir pozisyona geldi. İçerisine girilince keşfedilen, keşfedildikçe daha çok içine girilen bir mekân oldu.

Bu da esasında kurgulanan bu çoklu birlikteliğin katmanlaşarak zenginleşmesiyle gerçekleşti. Çalışmaya 2009’da başlandı. İlk önce düşüncenin daha yoğun olduğu sonrasında ise emeğin yoğun olduğu bir dönemdi. Sadece iki objenin kentte yer almasından daha değerli bir kazanç oldu. Hatta bu ikisi arasında gidip gelmek daha da değerli…

Çeşitli veriler vardır belki kullanıcılarla ilgili; sadece SALT Beyoğlu’na gidenler, sadece SALT Galata’ya gelenler belki ikisi arasında mekik dokuyanlar… Zaman zaman orada gördüğünü buraya aktaran ve burada gördüğünü dışarı taşıyanlar… Bunlar kentin, kent içindeki mekânların evrilmesinde ve kenti deneyimleme belleğinde ilginç bir tortu bırakıyor.

SALT Araştırma kendi kendini üreten bir mekanizma halinde tasarlandı. Mevcut yapının, yapı öğelerine değer vererek onları ortaya çıkaracak şekilde bir arınma aşamasından sonra, daha önceki işlevin belleğinden kazandırılmış bazı öğeler buraya yerleştirildi.  Kendi kaynaklarından bulunan bazı öğeler yeniden yeniden canlandırıldı. Pek çok katmanda kendi kendine üretmenin bir parçası oldu. Burada bir tasarım objesinin tüketilmesine yönelik yerleştirilmesinin ya da yaratılmasının çok ötesinde üretken bir tasarım süreci gelişti.

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

Vasıf Kortun: “Burada iki şey çok önemliydi: İlki gruplar genç olmalıydı; ikincisi ise bu bir ‘Made in Turkey’ projesi olmalıydı.”

Nİ |
Peki, programı belirleme süreci nasıl gelişti ve burasının bir “kütüphane” değil araştırma mekânı olması programa nasıl yansıdı?

VK |
Belki araştırma fetişimiz var bizim, bunu kabul etmek lazım. Hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmeme durumu sağlıklı bir durum.

2007’de Madrid’te her katını başka bir tasarımcının tasarıladığı çok katlı bir otelde kalmıştım. Bir katı Jean Nouvel bir katı Zaha Hadid… Bir otel, en standart olması gereken şeydir ama burada hiçbir standart yoktu. Hani kötü kabuslar vardır: Asansöre binersiniz, bir düğmeye basarsınız, bir kata çıkarsınız, kapı açılır ve her kat başka bir şeydir; kaçmaya çalışırsınız. Tam da böyle bir oteldi.

İstanbul’a döndüğümde biz de SALT’ı bir araştırma projesine, değişik bir kapasiteye çevirebilir miyiz diye SALT’ı birlikte biçimlediğimiz en önemli kahramanlardan Pelin Derviş ile çalışmaya başladık. Onun bilgisi ve benim tuhaflıklarımla Han’a gittik. Binanın her parçasın birine versek, sen de genel pozisyonu tarif eder misin dedik. Zaten yapının bütün temel duruşunu Han belirlemişti. Fikri kabul etti. Çok da memnun oldu. Sonra mekânlar arasındaki ilişki nasıl kurulacak diye bir soru vardı ortada. Yani SALT Araştırma’dan Autoban’ın hazırladığı mekâna düşüyorsun ya da oradan çıkıp atölyeye gidiyorsun orada başkaları var; oditoryuma giriyorsun orada Zoom var. Bir çıfıt çarşına mı döner, mekânlar arasındaki ilişki çok mu sert olur derken bu yola girdik. Bu yol bizim için olağanüstü değerliydi.

Burada iki şey çok önemliydi: İlki gruplar genç olmalıydı; ikincisi ise bu bir “Made in Turkey” projesi olmalıydı. Buradaki değer ve kapasitenin artmasında bizim de bir katkımız olabilir mi? Bu başından itibaren hep bir “neden olmasın?” hikayesiydi.

Her mimari grup aynı şekilde birlikte çalışmayı bilen gruplar değildi. Bizim yaklaşımız alışkanlıkların çok dışındaydı.  Alexis ve Murat ile farklı bir ilişkimiz oldu. Hakan Demirel’le de Superpool ile de öyle oldu. Sadece onlar değil tabii.

Bu süreçte tüm ekipler hep birlikte de çalıştık. Herkesin kendi projesini anlattığı, herkesin birbirini dinlediği toplu toplantılarımız da vardı.

Buradan da Ersa’ya bağlanmak lazım, “Made In Turkey” fikriyle Alexis ve Murat Ersa’ya gitti. Yeni bir sistem geliştirildi. Bunun için Ar-Ge yapıldı. Sonra bu sistem başka yerlere taşınıp, yeniden geliştirildi. Hayat bu aslında! Önemli olan o sürecin içinden geçiyor olmak.

Nİ |
Burada o işbirliği çok güzel. O mobilyaların tasarlanma hikâyesini daha detaylı dinlemek isteriz.

MŞ |
Çok paydaş ile çalışmak, bilinmeyeni gidip araştırıp bulmak; herkesin zor olarak tanımladığı, birçok karar vericinin kaçtığı bir durum. Çünkü bilinmeyene yolculuk demek. Bunun arkasında pek çok üretim, bilgi ve ilgi grupları var. Bunları bir araya getirmek, belgelemek kendi yakın geçmişimiz açısından büyük bir kazanç. Bence burada yaratılan nesnelerden çok daha değerli bir şey.

Bunun sonucunda bir nesne ve tasarım ortaya çıkıyor, kullanılıyor, mutluluk verici tabiî ki ama bu birliktelik yakın zamanda ve bu coğrafyada çok alışagelmiş bir şey değil. Pek çok güncel tasarım grubunun bir arada çalışması, etkileşimi kolay bir durum değil.

Ondan sonra da elimizde olmayanları bulmak… Buradaki üretim de herkesin cesaret edemeyeceği bir durumdu. Yakın geleceğimiz için de iyi bir belgeleme bu. Alışılagelen  tekil çalışma bakış açısı nesnel ve nesneye yönelik oluyor. Çalışmalar ne kadar katılımcı bir ortamda olursa o kadar kültür oluşuyor. O zaman bakteriler üremeye başlıyor. O zaman biz başka birileriyle çalışmaya keşfetmeye yönelebiliyoruz.  Bu süreçte o kadar çok kısıtlama vardı ki, binanın tarihi olması, zaman, bütçe kısıtları, kurumsal kısıtlamalar, ulusal üretimdeki kısıtlamalar… Sonra Ersa ile buluştuk. Ersa ile ilk defa çalışıyorduk o zaman. Birlikte keşfetmek üzere sürece başladık. Bu kısıtların hepsi herhangi bir kütüphane için değil bu binaya özgüydü.

İlk hedeflenen kapasiteye göre 100.000 kitabın nasıl taşınacağı sorununu çözmeye çalıştık. Kitap manevi anlamının ötesinde binalardaki en ağır fonksiyon. Binalara inanılmaz bir yük getiriyor. Buna yalnızca bir mobilya olarak bakmamak gerekir, bu sabit bir bina donatısı gibi bir şey. Minumum hacim harcayarak max yük taşıyacak bir sistemi nasıl araştırıp bulabiliriz diye Ersa ile çalışmaya başladık. Sadece bu çalışma kendi içinde bir yıllık bir çalışma.

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

Aynur Yılmaz: “Ersa’nın metal üretim gücüyle ‘endüstriyel ama buraya özel’ bir ürün geliştirmek çok güzel bir süreçti.”

Aynur Yılmaz |
Aslında Garanti Bankası buluşturdu bizi. 2011 yılıydı. Çok iyi projelendirilmiş bir bina vardı ortada. Beni de bir mimar olarak çok heyecanlandıran bir projeydi. Ersa, ticari bir proje olarak yaklaşmadı bu projeye, böylece Murat ve Alexis ile rahat çalıştık. Çünkü ciddi bir Ar-Ge gerekiyordu. Ersa’nın metal üretim gücüyle “endüstriyel ama buraya özel” bir ürün geliştirmek çok güzel bir süreçti. ŞANALarc ile bu projede başlayan iş birliğimiz hem gelişerek LIN gibi bir sistemi yaratı ve hem de ERSA Ideas House binamıza kadar devam etti. Bizim için çok hoş bir deneyim oldu. Mobilya denilince akla mobil bir şey geliyor ama aslında bu binanın bir parçası. Bir metal rafı çözmenin ötesinde hala bitmeyen bir geliştirme sürecinin içerisindeyiz. Her proje sonrasında iyileştirmeye devam ediyoruz.

VK |
Sonra Robert Koleji geldi arada, Studio X’i yaptınız…

MŞ |
Hala daha varyasyonlarına çalışmaktayız. Buranın ana değerlerinden birisi kitap; kitabı öne çıkarıp kendini arka planda bırakan tasarım ve üretim anlayışını, Ersa başarılı bir şekilde uyguladı. Mekâna girdiğinizde ilk gördüğünüz kitap oluyor. Bunun dışında gerçekten hem SALT Araştırma’nın hem de Ferit F. Şahenk Salonu’nun kentle ilişkisi, içine girildikçe keşfedilen mekânlar olmaları ve bu katmanlaşmanın zenginleşerek deneyimlenmesi de çok önemli.

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

Alexis Şanal: “Bina o zamanda demirin ve ahşabın kullanımı ile inovatifti ve binayı bir kültür merkezi olarak yeniden oluşturmak bir o kadar inovatif olmayı gerektiriyordu.”

Alexis Şanal |
Eğer on yıllar yüzyıllar boyunca yaşayan bir kültürden bahsediyorsak kendi güçlü karakterleri olan bu iki binanın dönüşümünde başka tasarımcılarla olduğu kadar Alexandre Vallaury ile de iş birliği yaptığımızı söyleyebiliriz. Bina o zamanda demirin ve ahşabın kullanımı ile inovatifti ve binayı bir kültür merkezi olarak yeniden oluşturmak bir o kadar inovatif olmayı gerektiriyordu. Bunda böylesine canlı bir şehirde olması ve SALT’ın araştırmaya bakış açısı oldukça etkiliydi. Çağdaş tasarımcıların dahil edilmesiyle bu inovatif süreç bir yerde sonlanmıyor; kurumsal kimlik, grafik tasarım için de farklı tasarımcılarla çalışılması kendi kendini sürekli yeniden icat eden bir diyalog oluşturuyor.

Bunların üstüne sergiler de kendi tasarımlarıyla eklemleniyor. Sanat bir kenara bırakılsa kütüphane bir kenara bırakılsa yine de yaratıcı zihinler ile etkileşim devam ediyor. Ve burada daima şehirler ve kültür merkezleri arasında bir iş birliği var. Problemin doğası bu, karmaşık değil. Eğer buna kucak açarsanız çok muhteşem işler yapabilirsiniz ama eğer bununla savaşırsanız ortaya kültür merkezleri yerine yekpare, statik sanat kurumları çıkar.

MŞ |
Binalardan, mekânlardan ziyade açık ve dinamik bir sistemin oluşması en büyük değer bizim için.

Fotoğraf: Mustafa Hazneci

Alexis Şanal: “Geçmişteki hikâyeyi koruyan ama güncel olan bir tasarım yaklaşımı nasıl mümkün olabilir?”

Nİ |
Şu ana kadar ilk süreçten bahsettik. Ferit F. Şahenk Salonu açılırken yine aynı isimler bir araya geldi. Bu işbirliğine devam etme kararını neler etkiledi?

SR |
Aslında iletişimi hep sürdürüyorduk zaten. Buraya gelip gittiklerinde mekâna bakıp, nereyi değiştirsek ne eklesek diyorduk. Zaten büyüme hayalleri de aslında bunun bir parçasıydı başından beri. Çünkü sürekli talep artıyordu ve raflar yetmemeye başlıyordu. Dolayısıyla biraz da kendiliğinden gelişti.

AŞ |
Bu alan şüphesiz SALT Araştırma ile hem çok ilişkili hem de bir o kadar kopuk. Bir taraftan taşıdığı ruhu devam ettirmeliydik bir taraftan da SALT Araştırma bugün 6 yıl önce kurulduğu zamankinden çok farklı bir tona sahip. Geçmişteki hikâyeyi koruyan ama güncel olan bir tasarım yaklaşımı nasıl mümkün olabilir? Bu anlamda çekici bir zorluk vardı ortada ve bu yüzden yeniden bir araya geldik.

MŞ |
Sonucu farklı gibi gözükse de yaklaşımı benzerdi bizim açımızdan. Geçmişi okuyup değerlendirmek ama süreç içinde hem zamana hem de mekâna eklemlenmek…

Bu kapalı, daha statik mekân nasıl değerlendirilebilir, bu mekâna yeni salon nasıl bir şekilde eklemlenebilir? Burada kapalı, örtük bir şey yok. Dikkatli bir şekilde baktığınızda her şeyi görebilirsiniz.

Esasında SALT Araştırma’da da bu vardı. SALT Araştırma’nın sokakla ilişkisi daha da formaldi. Şu anda içinde çalıştığınız mekândan meşhur Kamondo Merdivenleri veya arka sokağı görebiliyorsunuz. Burası daha akıcı.

Burada 6 yıl içerisindeki birikimin ardından gelen alışkanlık benzer bir yaklaşımla farklılaşıyor. Bir gövde/hacim var, onun içinde yeni işlevler var. O işlevin zamana eklemlenmesi eskiyi unutmadan yeni bir bellek de oluşturuyor. Bu yaklaşım, olumlu anlamda bir çelişki yaratıyor.

SR |
Birbirinden farklı, sirkülasyonu olmayan iki mekân. Yukarıyı tasarlarken tahminler üzerinden yürüyordu her şey. Burayı tasarlarken ise altı yıllık deneyim pek çok şeye yön verdi. Tabii ki burada da yeni şeyler deneyimleyeceğiz. Mesela bu kayıt sistemi yeni. Bunun bize neler göstereceğini belki de zamana bırakmak gerekiyor.

Nİ |
SALT Araştırma’daki gözlemlerin yanı sıra ŞANALarc da bu süre içinde kütüphaneler, araştırma merkezleri üzerine çok fazla çalışma yaptı. Cevher, Robert Koleji vs. Bilginin paylaşımına yönelik mekânlara yönelik özel ilginizin sebebi?

Alexis Şanal: “…burada  kitap depolamanın ötesinde bir servis öne çıkıyor. “

AŞ |
SALT Araştırma’nın “kütüphane” yerine “araştırma” olarak adlandırılmasının nedenleri bizim de kütüphanenin toplumdaki rolü ve amacı üzerine benzer heyecanımızı tanımlıyor. Bilgiye, koleksiyona ulaşma amacı aynı zamanda masa, sandalye, arşiv  gibi diğer servisleri de gerektiriyor. Fakat burada  kitap depolamanın ötesinde bir servis öne çıkıyor.  Ve bence SALT Araştırma’dan başlayarak çok heyecanlı olduğumuz konu: İstanbul’da birçok mikro ölçekte kütüphane ve koleksiyon var ve bu ağ oldukça zengin ve inanılmaz derecede parçalı; bu kaynakları kullananlar da öyle. Bir grup akademisyen veya küratörden ibaret değil. Bu servis, 16-18 yaş arası gençlerin katılımcılıklarını, değer duygularını artırmayı sağlıyor. Veya artık ofis mekânına ihtiyaç duymayan yeni ekonomiyi anlamaya çalışan çok fazla kullanıcısı var. Üretken olmak veya hayal güçlerini ortaya çıkarmak için bu mekânları kullanmak istiyorlar. Günümüzde kütüphanelerin kamusal araçlar olarak rolleri “Burası çalışma alanı, burası yemek, burası öğrenme vb.” şeklinde modernist, geleneksel, parçalı bir mekânda ortaya çıkmayacak farklı bir iletişime imkân tanıyor.

Bence Cevher’in rolü de dinleyici ile mekânın onlar için ne anlama geldiğine dair bir diyalog oluşturmaktı. Bu enstitüleri sadece kitap depolanan, modernist, klasik anlamda araştırma fikrini içeren statik mekânlar olarak değil değerli sosyal araçlar olarak yeniden düşünmemiz mümkün mü? Bu anlamda SALT da önemli bir örnek. Bu yeni proje diğer koleksiyonlarla iş birliği içinde ve mekânların fiziksel sınırlarının kırılmaya başladığı oldukça heyecan verici bir ekoloji var.

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

Vasıf Kortun: “…yapmaya çalıştığımız; yeni gelecek olan,  genişlemek isteyen ya da yön değiştirmek isteyen başka müesseselere başka şeylerin mümkün olduğunu hatırlatmak.”

VK |
Bütün kritik mesele o ekoloji aslında. Kapasitemiz belli. Metrekaremiz belli. Küçük bir kurumuz. İstanbul ölçeğinde 30-40 oyuncudan biri olabiliriz ama bunun ötesi değil. Ama bizim biraz da kapasitemiz ötesinde yapmaya çalıştığımız; yeni gelecek olan,  genişlemek isteyen ya da yön değiştirmek isteyen başka müesseselere başka şeylerin mümkün olduğunu hatırlatmak.

Bu yapıldıktan sonra, bir başkası da yaparken eski ve bildik modele dönmek yerine “Onlar öyle yaptılar acaba biz de başka bir şey mi yapsak, yeni bir şey mi denesek” diyebilir. O ekolojiyi dalgalandırmak zombi olmamak gerekiyor.

Fotoğraf: Mustafa Hazneci

Aynur Yılmaz: “Endüstriyel bir üretim yapıyorsunuz ama içinde bir bilgi yoksa tek başına mobilya bir anlam ifade etmiyor.”

AY |
Aslında mekân ve ortamın dışında, buradaki ekibin burayı sürekli canlı tutma, sürekli etkinlik yapma, üretme yani o bilgi ve üretim merkezinde kendilerinin katkıda bulunması da burayı yaşatıyor. Kurum da burada çok önemli.

MŞ |
Gerçekten, bilgi en değerli kaynak ve paylaştıkça üreyebiliyor. Değer, bilgi üzerinden üretildiğinde otantik ve yerel olabiliyor. Kitlelerde dalga dalga büyüyebiliyor.

Ersa’ya baktığımızda sadece bir mobilya firması olmasına rağmen bir şiir etkinliği için çadır yapabiliyor. Birlikte Cevher için çalıştık.  Bunlar herkesin sınırlarını aşıp, bilgi dağarcığını büyüterek üretken bir sisteme katkıda bulunma alışkanlığının ve davranışının bir parçası ve çok değerli.

AY |
Cevher’deki üretim çok hoşumuza gittiği için oradaydık ve biz orada küçük bir katkıyız aslında. Kendi mekânımızın tasarımında aynı paylaşımı yapabildiğimiz için yine ŞANALarc ile çalıştık. Bilgiyi üretmek, paylaşmak, ilham almak… Sonra o ilhamı başkalarına vermek çok güzel. Endüstriyel bir üretim yapıyorsunuz ama içinde bir bilgi yoksa tek başına mobilya bir anlam ifade etmiyor. Topluma bir katma değer sağlamanız gerekiyor, bunu önemsiyoruz.  

SALT Araştırma Ferit F. Şahenk Salonu

Alexis Şanal: “Ancak araştırma yapmaktan çok daha fazlası için tasarlanan bir mekân varsa o zaman bu araştırmanın sonucu toplum için gerçekten önemli oluyor.”

AŞ |
SALT’ta araştırmacılara, sanatçılara, yaratıcı insanlara adanmış, yeni anlamlar ve bilgiler üretmek için kullanacakları bir mekân yapmak istedik. Bu koleksiyonu, bu arşivi kullanan insanlarla konuşarak kullanıcıyı daha çok anlamaya çalıştık.

SALT Araştırma’nın onu kullanan insanları dahil ettikçe daha da aktif olacağını düşünüyorum. Aynı şey Atatürk Kitaplığı için de geçerli. Çalışmalara ve koleksiyona erişimin artmasıyla gelişiliyor. Gösterebileceğimizden ve paylaşabileceğimizden daha fazlası bu.

Yani bence bunlar endüstriyi geliştiren, üretken ve inovatif mekânlar. Ancak araştırma yapmaktan çok daha fazlası için tasarlanan bir mekân varsa o zaman bu araştırmanın sonucu toplum için gerçekten önemli oluyor.

Nİ | Ersa daha çok ofis mobilyası üzerine çalışıyor. Peki, kamusal iç mekân söz konusu olunca mobilya nasıl değişti?

AY |
Aslında ofis mekânı, bir araştırma mekânı, kütüphane… Hepsi birbirine biraz karışmış durumda. Ofisler de artık statik bir ortam olmaktan çıktı. Artık her yer çalışma ortamı. Eski tanımların dışına çıkıldı. Mobilya da esnek bir biçimde bu değişime uyabilen bir tasarım haline gelmek zorunda.

AŞ |
Yukarıdaki tasarıma baktığımız zaman o daha çok oturma üniteleri yaratmak ile ilgiliydi ve bu ortam mobilya, oturma düzenleri, aydınlatma gibi farklı öğeler gerektiriyordu. Mobilyada da inovasyon konusunda oldukça talepkardı.

Şimdi ise statik obje yerine kullanıcılarını provoke eden bir ekolojinin nasıl oluşturulacağı söz konusu. En inovatif olan şey de benzer şeyleri farklı yollarla nasıl çözebileceğini ortaya çıkarmak.

Toplum tarafından tamamıyla farklı kullanımları provoke edebilirsiniz. Tabii ki obje tasarımı önemli, fakat bu objelerin tasarımı, insanların onlardan çıkardığı anlamdan daha geri planda. Bu statik bir şey değil, harekete devam ediyor.

Fotoğraf: Sahir Uğur Eren

Murat Şanal: “Gereğinden fazlasını yapmak gerçekten her anlamda israf ve zarar gibi geliyor.”

MŞ |
Burada kullanılan “LIN” sistemi SALT Araştırma’nın ihtiyaçlarından biri. Buradaki kitaplık ihtiyacı da kamusal bir ihtiyaç. Burada da pek çok konuda olduğu gibi berraklık önemli. İhtiyacı en kolay ve en kısa sürede görebilmek, mekânı bu ihtiyaca yönelik kullanabilmek, çok önemli.

Arkada çok fazla kitap ihtiyacı var ve pek çok detaya dikkat edilmesi gerekiyor: Rafların inceliğine, taşıyıcılığına… Örneğin her raf 80 kg taşıyabiliyor. 4 cm’den 3 cm’e indirilmesi için çalışıldı, tek bir plakadan kıvrılıp hepsinin üretilmesi için çalışıldı…

Mekân kamuya açıldığında herkesin her şeyi berrakça görebilmesi lazım. Onun etrafında da çeşitli ortamlar şekillenmeli; kimi zaman daha kalıcı kimi zaman daha geçici çalışma ortamları…

“Ortamlar” kavramına da çok iyi vakıf olabilmek lazım. Bu ortak paydamızdı esasında. SALT ve Ersa ile bu bilinç üzerinden çok rahat çalışabildik. Bunları bilmeden üretmek gerçekten çok güç. O zaman sadece objeye dönük bir çalışma olurdu bir defa beğenilen, tüketilen…

AY |
Aslında buradaki ürünün tasarımında, tasarımcının da yaklaşımıyla yerel olarak az malzemeyle yeterince fonksiyonel dolayısıyla sürdürülebilir bir mekân, bir ürün de ortaya çıkarmış oluyorsunuz. Sonrasında Robert Koleji kütüphanesinde de yaptığımız buydu.

MŞ |
Böylece var olanı ve arkadaki katmanları okumak da daha rahat oluyor. Kütüphaneyi optimum değerler üzerinden kurgulamak… İşte kasa dairesinin kapısını görebiliyorsunuz veya binanın orjinalini görebiliyorsunuz…

Gereğinden fazlasını yapmak gerçekten her anlamda israf ve zarar gibi geliyor.